1 Aralık 2019 Pazar
Yeni Kitabımın Tanıtımı
"Karanlıkta Işık Olmak"
Yakında yayınlamak istediğim kitabımdan sizlere bahsetmek istiyorum. Her zaman elinizin altında olacak ve sizlere kendi sözlerimle her zaman teşvik edebileceğim bu kitabımı internet blog sitemden sipariş vererek siz de satın alabilirsiniz. Pozitif Perspektif
Bloğumda paylaştığım sözlerin bir derlemesi olan bu kitabımı yayınladıktan sonra siz değerli okurlarımın desteğine ihtiyacım olacak. Kitabımın ismi "Karanlıkta Işık Olmak" olacak.
Yayınlandığı zaman size buradan paylaşacağım.
Destek ve yardımlarınız için gereken bilgiye iletişim sayfasından ulaşabilirsiniz. Şimdiden beni bu konuda teşvik eden arkadaşlarıma ve kardeşlerime teşekkür ederim.
23 Kasım 2019 Cumartesi
Rüyalarıma Bakış,Pozitif Yaşama Geçiş Sürecim.....
Size geçlik
yıllarında görmüş olduğum bazı rüyalarımı anlatmak istiyorum. Bunu anlatmamın
sebebi; Tanrı’nın nasıl rüyalar aracılığıyla bizimle iletişime geçmek, konuşmak
istediğini göstermektir. Hayatımın 28 yaşından sonraki yıllarını inançlı biri olarak
yaşadım. 28 yaşımdan önce sadece bir Allah’a inanıyordum. Gizlice ona uyumadan
önce Türkçe dua ederdir. Ama O’nu dinlemeyi hiç düşünmedim.
TANRI İLE İLETİŞİM … TANRI’NIN BİZLERLE BİR BABA& OĞUL İLİŞKİSİ
İSTEMESİ ,…. VE İMAN EDEREK POZİTİF
YAŞAMA GEÇİŞ…..
Tanrı ile ilk İletişim …. : Tanrı’nın benimle ilk
iletişim kurmaya çalıştığında 22,23 yaşlarındaydım. O yaşlarda çok zor zamanlar
yaşamıştım. Psikolojik bir tedavi görüyordum. Ağır bir depresyon içindeydim. Bu
konuya girmek istemiyorum. Çünkü o günlerde kalbime ve ruhuma Tanrı’nın nasıl
dokunduğu nu size anlatacağım. Bir gün yine evde istirahat ederken, kendi odamda
yatağımda yatıyordum. Pencereden hafif bir güneş ışığı gözlerimi kamaştırıyor du.
Uzaklara daha uzaklara ağaçların üzerinden bulutlara bakıyordum. Bulutlar
anidan canlandı. Bulutlar şekil değiştirmeye ve bazı figürler oluşturmaya
başladı. Sanki bir görüm görüyordum. Beyaz, siyah ve diğer renklerde ordu şeklinde atların bana
doğru geldiklerini gördüm. Beyaz atın ve diğer atların binicileri vardı.
Hepsinin göksel kanatları da vardı. Görüntü çok muhteşemdi. Sanki benim için
geliyorlardı. Bu görümden sonra olanlar;
Geceleri uyku ilacı alarak uyuyabiliyordum. Bir gece yarısı
uykudan uyandım. Odamda beni rahatsız eden ruhsal varlıklar olduğunu
hissediyordum. Onların seslerini duyuyordum ve evin içinde çıkardıkları bütün
gürültüleri duyabiliyor dum. Onlara karşı kendime nasıl koruyacaktım? Hep bunu
düşünüyordum. Çünkü bu ruhsal varlıkları sadece ben duyabiliyordum. Gece yatağımda
uyanık fakat gözlerim kapalı olarak uyuyor gibi yapmaya başladım. Yanıma kadar
yaklaştıklarını hissediyordum. Sürekli ürkütücü sesler çıkarıyorlardı. Onların
ruhsal kötü varlıklar olduğunu anlamıştım. Bu kötü ruhlar durup dururken neden
beni şimdi rahatsız etmeye başlamışlardı? Zaten yaşadıklarımdan sonra ağır bir
depresyondayken üstüne bir de bunlar çıkmıştı. İnsan görebildiği tehditlerle baş
edebilir diye düşünüyordum, görmediği varlıklardan kendini nasıl koruyabilir
ki? Sonra düşündüm ailemde nesiller boyu işlenmiş olan günahlar kötü varlıklara
birer geçit açıyormuş. Yani ailemizin geçmişte yaşamış olan diğer atalarımızın
günahları onların çocuklarından ve torunlarından hesap soruluyor. Yani
atalarımızın kendi hayatlarında işlemiş olduğu suçlar ve günahlardan yedi nesil
olacak olan çocuklarımız da lanetleniyordu. Bunlar Kutsal Kitapta anlatılanlar.
Sonradan öğrendim. O zamanlar tabii ki bu kadar bilgili değildim.
Yatağımda korkmaktan başka bir şey yapamıyordum. Sessizce
ağlıyordum. Dua ediyordum. Eğer gerçekten bir Tanrı varsa beni korumasını
istedim. “Allah’ım sana sığınıyorum” diye dua ettim. O duadan sonra Tanrı’nın
sesini işittim. O güne kadar duyduğum seslerden daha güzeldi. İşittiğim ses
bana “Korkma” dedi.
“Korkma çünkü Ben seninleyim.” “Oğlum senin bütün
günahlarının bedelini çarmıhta kanıyla ödedi. Çünkü O’na iman edersen sen de
kurtulabilesin diye çarmıhta öldü ve üç gün sonra dirildi. Buna iman eden ölse
de yaşayacaktır. Ona Kutsal Ruhumu vereceğim. O ben de ve Ben de onda
yaşayacağım. Oğul’a iman edene yargı yoktur. İman etmeyen ise zaten
yargılanmıştır.” Dedi..
Tanrı’nın benimle Baba&oğul ilişkisi istemesi
işte böyle başladı……
Tanrı’nın bir oğlu varmış. Bu oğul hakkında hiçbir bilgim
yoktu. Taaki o zamana dek . Tanrı’ya sığındığım o günden sonra artık bütün
korkularımdan kurtulmuştum. Yüreğimde tarif edilmez bir huzur ve esenlik vardı.
Tek ihtiyacım olan…. Tanrı’nın sevgisini yüreğimde hissedebiliyordum. Tanrı
beni seviyordu. Beni o karanlık gece yalnız bırakmamıştı. Tanrı’nın
kanatlarının altına sığınmıştım. Tanrı’la gizli bir ilişkimiz vardı. Ona
geceleri dua ederdim. O da beni korurdu. Daha fazlasını istemedim. Ama
biliyorum ki isteseydim onları da bana verirdi.
Sonra bir gece
Tanrı’dan olduğunu hissettiğim bir rüya gördüm. Rüyamda;
“Gökte büyük beyaz bir taht vardı. Ben tahtın sağında
oturuyordum. Tahtta oturan büyük parlak ışık bana bir şey gösterdi. Bak dedi.
Bu yargı gününden korkma!”... Yeryüzü yoktu. Gökyüzünde tahtın önünde büyük
küçük bütün ölülerin dirildiğini gördüm. Her biri tahtın önünde diz çökmüştü. Bazıları
“Haleluya diyorlardı…. Yücelik Güç ve Onur Tahtta oturanın olsun. Kutsal Kutsal
Kutsal olan…. Gücü her şeye yeten Rab Tanrı …. Övülmeye ve tapılmaya layık olan…
Seni yüceltiriz. “ diyorlardı. Sonra Tahtta oturan Rab Tanrı bana dedi ki “ Bak
dedi; Sen bu yargı gününden korkma!. Çünkü senin adın bu “Yaşam Kitabı”nda
yazılı. Bana sol elinde açık olan bir kitap göstererek bunu dedi.”
Bu rüyayı hala hiç unutmadım. Şu an elli yaşında bir Mesih
inanlısı olarak yaşıyorum.
İman ediş ve sonsuz yaşamın başlaması, kurtuluş ve
Tanrı’nın egemenliğine giriş…. Bütün bunlar ben
yirmi sekiz yaşında İsa filmini izledikten sonra yaşamım değişti. Sonunda
Tanrı yine bir rüyamda bana konuşmuştu. Yirmi sekiz yaşındaydım. Hala
yüreğimde Tanrı’yı arıyordum. O’nun sesini bir kez daha işitebilme için
yaşıyordum. Geçen yıllardan sonra artık sağlıklı ve kendine
Güvenen bir kadın olarak yaşıyordum. Biliyordum ki eğer zor
durumda kalırsam
Tanrı benim sesimi işitir. Ve Göksel Babam bana yardıma
koşar. İsa filmini izlemek istedim. Sonra çok etkilendim. Yine dua etmeye
başladım. Tanrı’yı aradığınız zaman size her zaman geri döner. Filmin sonunda
bir dua vardı. Bu iman duasını ederek Tanrı’yı yaşamıma davet ettim. “Günahlarımı
bağışla bana sonsuz bir yaşam ver. Gel ve yaşamıma gir, beni Babanın istediği
gibi bir insan yap dedim. İsa’ı Rabbim ve Kurtarıcı Tanrım olarak kabul
ediyorum. Dedim.”
Bu duayı yaptıktan sonra beklemeye başladım. Gece oldu …
yattım… Sabaha karşı bir rüya gördüm. Bu rüyamda ;
“Gece yatağımda uyurken odama bir ışık doldu. Işığın içinde
bir yüz vardı. Tam bakamıyordum, çünkü ışık o kadar güçlüy dü ki.. Gözlerim
kamaşıyordu. Işık bana dedi… “Sen çağırdın Ben de geldim” dedi.
Ben de senin O olduğunu nereden bileyim? Sana bakamıyorum bile dedim.” O
zaman bu ışık benim ruhumu bedenimden kucağına aldı. Ruhum bedenimden ayrılmıştı sanki… Yukarı
doğru yükseliyorduk. Yükseldik… Yükseldik…. Dünya ayaklarımızın altında bir top
gibi kalmıştı. Sonra yıldızların arasından ışık hızıyla uzaklara gittik.
Kristal cam saydamlığında parlak bir yüzeye indik. Orada güneş yoktu..
Orada karanlık da yoktu… Beni oraya getiren Rabbin ışığı
orayı andınlatıyordu. Oraya ayak bastım. Biraz yürüdüm gördüklerim şimdiye
kadar hayatımda hiç görmediğim güzellikteydi. Orayı aydınlatan ışık karşıma çıktı..
Ben O ışığın önünde diz çöktüm. O’na tapındım. Hala o parlak ışığa
bakamıyordum. Çünkü ben günahlıydım. Tanrı ise Kutsaldır. Sonra beni
kollarımdan tutup ayağa kaldırdı. Ve bana sarıldı. Bu Tanrı’nın sevgisiydi.
Kaybolmuş oğlunu bulmuş gibi bana sarılıyordu. O zaman… İşte o zaman diledim ki
orada onunla sonsuza dek kalayım istedim. Yani dünyaya geri dönmek istemedim. O
zaman O bu istediğimi o zaman yerine getiremeyeceğini ama dünyaya geri dönmem
gerektiğini, ve bu dünya da ‘O’nun için yapacağım büyük işler olduğunu söyledi.”
İman ederek pozitif yaşama geçiş…
Bu işler tamamlandıktan sonra Tanrı beni
yanına aynı şekilde geri alacağına inanıyorum. Tanrı’yı seviyorum. İnancımdam
bir gün bile vazgeçmedim. Dilerim ki her insanın yüreği bu Tanrı sevgisiyle
dolup taşsın. Tanrının sonsuz sevgisini tadabilsin. Şimdi elli yaşındayım. Yirmi
sekiz yaşından bu yana hayatım üçyüz altmış derece değişti. Rüya görmeye hala
devam ediyorum. Tanrı rüyalar aracılığıyla benimle konuşmaya devam ediyor. Şimdi
bile görmüş olduğum rüyalar hayatıma yön veriyor. Diyebilirim ki iman ettikten
sonra daha olumlu düşünmeye başadım. Olumsuz düşüncelere aklımda yer
vermiyorum. Aklım bir savaş alanı..
Tanrı beni seviyor ve Tanrı hepinizi de aynı şekilde
seviyor. Yalnız Tanrı hiç kimsenin kalbine zorla girmek istemez. Tanrı’yı kalbinize siz davet etmelisiniz. O
kalbinizin kapısını içerden ancak siz açabilirsiniz.
Tanrı sizinle olsun….
9 Temmuz 2019 Salı
Olumsuz düşünceleri azaltmak için her gün 5 dakikanızı bu terapiye ayırın
Çoğumuz
hayatımızın bir döneminde anksiyeteyle mücadele ediyoruz ve artan
kaygılarımızla nasıl başa çıkacağımızı bilmek daha da önemli hale geliyor.
İnsanın hayatı Tanrı odaklı olmadığı zaman bütün yaşamı kaygılı, endişeli, korku dolu veya olumsuzluklara odaklı bir yaşam olmaya mahkumdur.
Bilişsel davranışçı terapi ise bu noktada
bize düşünce şeklimizi değiştirerek hislerimizi de şekillendirmeyi öğretiyor.
Günlük hayatta hepimizin anksiyeteyle baş
etmek durumunda kaldığı zamanlar oluyor. En çok da beklentiler,
sorumluluklarımız ve diğer stres kaynakları sosyal kaygıların kucağına
itilmemize yol açıyor. Çoğu kez yaptığımız veya söylediğimiz şeyler üzerinde
gereğinden fazla durup her şeyi kafamızda yeniden canlandırarak keşkelere
boğuluyor, insanların bizim hakkımızda ne düşündüğüyle ilgili olumsuz
senaryolar üretip yaptıklarımızdan, söylediklerimizden pişmanlık duyuyoruz.
Özellikle insanlarla bir araya gelinen sosyal etkinliklerin öncesinde,
sırasında ve hatta sonrasında panik atak krizlerine oldukça sık rastlanıyor.
Hızla çarpan bir kalp, titreyen eller, sık nefes alıp verme gibi anksiyetesi olan
insanların aşina olduğu durumlar yapmamız gereken işlerin gerektirdiği güveni
ne yazık ki kendimizde bulamamıza neden oluyor. Bunların hepsini çözmek için
bir yol var: Olumsuz düşünceleri olumlu
düşünceye çevirmek. Kendimize içsel terapi uygulamak.
Bilişsel davranışçı terapinin mantığı
aslında oldukça basit: Eğer düşünce şeklimizi değiştirebilirsek hislerimizi de
kontrol edebiliriz. Elbette daha iyi hissetmek ve depresyonu önlemek bu kadar
basit olsaydı mental problemlere bu kadar fazla rastlanan bir dünyada yaşıyor
olmazdık. Fakat kaygılarımızı tamamen ortadan kaldıramıyor olsak da önemli ölçüde
azaltmaya yarayan kısa ve uygulanması kolay beyin egzersizleri mevcut. Bu
egzersizler sayesinde beynimizde yarışan düşünceleri sakinleştirmek, sisleri
dağıtmak ve yorgunluğumuzu ortadan kaldırmak mümkün.
“Klinik psikiyatrist David D. Burns
tarafından geliştirilen üçlü sütun tekniğinin yaptığı şey özetle zihnimizin
işleyişini değiştirmek. Bu değişimle içimizdeki kaygılı sesin susturulması
hedefleniyor. Öncelikle kendi hakkımızdaki düşüncelerimizin değişmesi daha
sakin ve daha mutlu bir hayat için atılacak ilk ve en önemli adım.
Endişelerimizden ötürü gerçekleri çarpıtarak olumsuz ve yanlış düşünmemize
neden olan beynimizi yönetebilir ve bu karamsar düşüncelerimizi tespit edip
mantıklı bir şekilde analiz ederek onları daha sağlıklı ve daha doğru
olanlarıyla değiştirebiliriz. Ama önce beynimizin neleri nasıl çarpıttığını
ortaya koyalım ki tüm bu yanlış düşünceleri düzeltmek mümkün olsun."
Şimdiye kadar farkında olmadığınız ama
beyninizin çarpıttığı 10 şey ;
1-Ya hep ya hiç. Unutmayın ki hiçbir şey tam siyah ya da
tam beyaz değil. Grinin bile tonları vardı, hatırladınız mı? Her hatanızda,
başaramadığınız her konuda kötü ve başarısız olduğunuzu düşünmeyi bırakın.
2-Aşırı genellemeler . Olumsuz bir durumu ya da şeyi
genellediğinizde nereye çekerseniz oraya gelir. Örnek: Hiçbir şeyi doğru
yapamıyorum ki zaten.
3-Zihinsel filtre. Bütün iyi şeyleri dışarıda bıraktığınızda
sürekli olumsuzluklara odaklanırsınız. Örnek: Bugün hiçbir şey başaramadım.
4-Olumlu olanı değersizleştirmek. Aslında iyi olan şeylere her “Ama o sayılmaz ki” dediğinizde başarısızlık örüntüsünü daha da genişletmiş oluyorsunuz. Kendinizi küçümsemekten vazgeçin. Örnek: Sunumu atlattım ama bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir sonuçta.
4-Olumlu olanı değersizleştirmek. Aslında iyi olan şeylere her “Ama o sayılmaz ki” dediğinizde başarısızlık örüntüsünü daha da genişletmiş oluyorsunuz. Kendinizi küçümsemekten vazgeçin. Örnek: Sunumu atlattım ama bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir sonuçta.
5-Sonuca odaklı olmak. Küçük olumsuzluklardan büyük sonuçlar
çıkarmayın. Örnek: Benimle dışarı çıkmak istemediğini söyledi. Demek ki ben
sevilecek bir insan değilim.
6-Abartma ya da küçümseme.Kendi hatalarınızı, diğer insanlarınsa
başarılarını ve mutluluğunu büyütürken kendi başarılarınızı ve diğerlerinin
hatalarını küçümsüyorsunuz. Örnek: Sezen harika bir sunum yaptı ama ben
herkesin önünde her şeyi batırdım.
7-Duygular ve düşünceler arasında
dengesizlik. Olumsuz
duygularınızın gerçeği yansıttığına körü körüne inanmayın. Örnek: Utandığımı
hissettim. Demek ki utanç verici şeyler yapıyorum.
8-Kendi kendinize zorunluluklar getirme. Bir şeyleri daha farklı veya daha iyi
yapmadığınız için dövünüp durmayın. Örnek: O toplantıda hiç konuşmamalıydım.
9-Etiketleme. En ufak bir olumsuzlukta kendinize kocaman
bir etiket yapıştırmayın. Örnek: Raporu hazırlamayı unuttum. Tam bir aptalım.
10-Kişiselleştirme. Sizinle alakası dahi olmayan şeyleri
üzerinize alınmayın. Örnek: Parti benim yüzümden kötü geçti.
Yukarıda sayılan çarpıtmaları tarafsız bir şekilde kendinize baktığınızda gözlemliyorsanız bu egzersizini kesinlikle uygulamayı denemelisiniz. Bu egzersizi her gün sadece 5 dakikanızı ayırarak kafanızdan yapabileceğiniz gibi yazarak da çok daha iyi sonuçlar alabilirsiniz.
1-Öncelikle
bir kağıdın üzerinde ya da bilgisayarınızda bir Excel dosyası üzerinde üç sütun
oluşturun. Bunu günün herhangi bir anında ya da kendinizi kötü hissettiğiniz
sırada yapabilirsiniz.
2-İlk
sütuna kendi hakkınızdaki olumsuz düşüncelerinizi yazın. Bu düşünceleri
istediğiniz kadar detaylandırabilirsiniz. Örnek: İş yerinde berbattım. Sunumu
batırdım ve patronum benden nefret ediyor. Büyük ihtimalle kovulacağım.
3-Şimdi
yazdıklarınızı okuyun. Bu satırlarda yazan düşüncelerin arasında beyninizin
çarpıttığı şeyleri bulmaya çalışın ve bunları da ikinci sütuna yazın. Bunlar
bir veya birden fazla olabilir. Örneğin yukarıdaki örnekte
en az dört tane çarpıtma var: genelleme, ya hep ya hiç, zihinsel filtre ve
sonuca odaklı olma.
Bu teknikle düşüncelerinizi yazarken dilediğiniz kadar detay verebilirsiniz. İyi geçen bir günde hiçbir şey yazmayabilirsiniz ya da kötü bir günün ardından üzerinde duracağınız pek çok konu olabilir. Emin olun, bir süre sonra yaptığınız çarpıtmaları daha kolay fark etmeye ve bunları düzeltmeye başlayacaksınız.
SONUÇ ;
Yalnız şunu hatırlayalım ki bizim hayatımızda eğer Tanrı'ya bir yer vermiyorsak, ya da Tanrı'nın kalbimize gelip bizimle yaşamasına izin vermiyorsak, bize sonsuz bir yaşam, sonsuz bir huzur, sonsuz bir esenlik , vermesine izin vermiyorsak, arkadaşlar ne yaparsak yapalım bugün, bütün olumsuz düşüncelerimizi olumlu düşünceye çevirelim,
bütün insanlara iyilikler yapalım, yine de bu şekilde sahip olacağımız huzur geçicidir, arkadaşlar. Tek kalıcı huzur, esenlik, mutluluk, sevgi, sevinç, ve bütün iyi olan her şey
bize göklerdeki Göksel Babamızdan, Tanrı'dan gelir. Tek yapmanız gereken ; Tanrı'ya
yüreğinizi açmak, O'nun gelip sizde yaşamasına ,hayatınızı yönetmesine izin vermektir. İstediğimiz kadar olumlu düşünelim, bir gün olumsuz düşüncelerin saldırısı
na tekrar maruz kalırız. Dünyada yaşamak zordur arkadaşlar, Fakat Tek Tanrımız bu dünyayı yendi. Eğer dünya Tanrı'nın yarattığı şekilde kalmış olsaydı, zaten şimdi bu olumsuz düşüncelerle mücadele ediyor olmazdık. Kaygı ve endişelerle yaşamak zorunda olmazdık. Ne mutludur ki o insan, kaygılarını Rabbe veren, endişelerini Tanrı'yla paylaşan ve sonsuz huzur bulan kişidir. Sizlere esenlik olsun....
8 Haziran 2019 Cumartesi
Beyin sağlığımız, Beynimiz için Oksijen'in önemi...
Şimdi burun ameliyatından sonra tam 28 gün geçti. Son bir haftadan beri daha rahat nefes alabiliyorum. Doktorun dedikleri doğruymuş. %100 nefes almak çok güzel. Bakalım başka ne gibi değişiklikler olacak. Şimdi artık düzenli yürüyüşlerime başlayabilirim. Burnumdan nefes aldığım için artık yorulmadan, ve tıkanmadan yürüyebiliyorum. Uzun süre yürüyememek bende kilo artışı yarattı. Şimdi bunu telefi etmem gerekiyor. Hala burun ameliyatı olmak için kendini yıllarca hazır hissetmeyenler var. Tabiiki her ameliyatta bir risk vardır. Fakat korkmayın. Şimdi tıp dünyası çok ilerledi. Burundaki kemik eğriliği genetik olduğundan ameliyat olmak şart. Bence insan kendi sağlığı için her çabayı göstermeli. Olumlu düşünmeli. Her işin başı sağlık. Şimdi artık telefonda bile daha rahat konuşabiliyorum. Ben inanıyorum ki ilerki yıllarda daha rahat edeceğim. Olumlu düşünmeye devam edin.
Beyin vücut kütlesinin yalnızca %2' sini oluşturur ancak kan dolaşımına giren oksijenin %20'sini tek başına kullanır. Bu sebeple, beynimiz oksijen yetmezliğine son derece duyarlıdır. Her ne kadar kısa süreli oksijen yetmezliklerine direnebilse de, mümkün olduğunca sürekli ve düzenli nefes almanız gerekmektedir. Dolayısıyla, nefes alabildiğiniz her saniye, doyasıya nefes alın ve beyninizin oksijenini kısmayın.
" 2006 yılında Proceedings of the Undersea and Hyperbaric Medical Society dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, 5 yıl boyunca, 1000 derin su dalgıcının beyni MRI ve SPECT ile incelenmiştir. MRI, bireylerin beyninde herhangi bir morfolojik bozulma tespit etmemiştir. Ancak SPECT analizi, ön ve yan loplarda metabolizma düşüklüğünü ortaya koymuştur."
Beyin kandaki oksijenin yüzde 20’sini harcıyor. Vücut ağırlığının sadece %2’sini oluşturmasına rağmen, bu kadar çok oksijen harcaması çok ilgi çekici. Bu yüzden de oksijensiz kalma öncelikle beyin hasarına yol açıyor.
Beyin gece gün boyunca olduğundan daha aktif. Düz mantık ile düşünüldüğünde, gündüz yaptığımız onca faaliyet, görüntü, ses vb.nin beyni yatakta yatarak dinlenmemiz durumundan daha fazla çalıştıracağını sanabiliriz. Ama durum tam tersi. Vücudu kapatınca beyin daha da açılıyor.
Beynin %80’i sudur. Tezgahlarda ya da TV’de gördüğünüz beyinler çok gerçekçi değil. Yaşayan bir beyinin dokusu daha çok bir jöleye benziyor. Bir dahaki sefere susuz kaldığınızda beyninizi unutmayın.
Gülümsemek için 17, kaşları çatmak için 43 kas çalışır. Yani gülümsemek hepimiz için daha uygun bir seçim. Kaş çatma, şaşı bakma gibi hareketleri uzun süre yapanlar, bunun yüzü ne kadar yorduğunu bilirler. Bu yüzden en iyisi ruh halinizi iyileştirmek.
Bütün bunlardan daha önemlisi,herkesin gözünden kaçan bir başka faktör de OKSİJEN'dir. Her organ gibi beynin de enerjiye ihtiyacı vardır.Beyin bu enerjiyi oksijenle glikozu yakarak elde eder. Diğer bütün organlardan daha çok çalıştığı ve daha karmaşık yapılı olduğu için de, daha fazla oksijene gereksinim duyar. Beyin vücudun sadece %2 si kadar bir ağırlığa sahip olduğu halde, kana karışan oksijenin %20sinden fazlasını kullanır.Bu nedenle 40 güne kadar aç ve birkaç gün susuz kalabildiğimiz halde, üç dakikadan fazla oksijensiz kalamayız. Demekki beynin hayatiyeti için en önemli ihtiyaçlardan biri Oksijen'dir. İkinçisi su, üçüncüsü gıdadır.
İşte bu gerçek ışığında şöyle bir varsayım ortaya çıkmaktadır. İçinde 7-8 saat uyuduğumuz yatak odamızın havasız olması başımıza büyük işler açmaktadır. Soğuk havalarda yatak odamızın pencerelerini sıkı sıkı kapatırız. Bu da odadaki oksijenin bitmesine neden olmakdadır. Hatta kapı ve pencere kenarlarını izole ederiz. Buda odamıza oksijen girişini tamamen engeller.Dört saatlik bir uykudan sonra soluduğumuz oksijenli hava bitince ,karbondioksit solumaya başlarız. Bu durum başta beyin hücrelerimiz olmak üzere bütün organlarımızı etkiler.
Oksijen yetersizliği beyin sağlığımızı şöyle etkilediği düşünülmektedir.
1- Günden güne zayıflayan beyindeki nöronlar ölmektedir.
2- Nöronların yeni bağlantılar kurmaları, elektriksel devreler oluşturmaları zorlaşmaktadır. (örneğin , Hatırlayın beynimizin %80 i sudan oluşur, elektriksel dalgalar suda daha fazla diğer organlara emir ve işlev iletir.) Nöronların ölmesiyle bu bağlantıların oluşması azalır. Geniş düşünebilme yeteneği ve vücuda emir ve işlev iletmesi azalır.,
3- Kısa vadede hafıza kaybı, ezberleme yeteneğinin azalması, unutkanlık ve çaşitli hastalıklar,
4- Geçici konuşma ve düşünce yeteneğinin artması, insanların kendi lisanlarını bile akıcı konuşamaması, (ıııı) gibi kopuk cümleler söylemeleri, uzun süre duraklamaları. ( Burun ameliyatından önce benimde beynime oksijen az gidiyordu, bu nedenle cümleleri tamamlarken zorlanıyordum, bunu şimdi daha iyi anlıyorum.)
5- Düşünce tembelliği oluşmakta, gündüz uyuklamaları başlamaktadır. Gece uykusuzlukları artmaktadır. Odadaki oksijen bitince.
6- Beynimizdeki oksijen yetersizliğinin zihinsel faaliyetlerimizi etkilemesinden başka diğer organlara verdiği zarar ise başka bir araştırma konusudur.
Nöronlarında diğer hücreler gibi oksijenden başka; protein ve mineral vitaminlere de ihtiyacı
vardır. Beyin sağlığının devamı için onu zararlı gazlardan karbondioksit gibi gazlardan korumak hayati önem taşır. Karbondioksit, hava gazı, sigara dumanı, egzoz dumanı, hava kirliliği, çeşitli boya ve tiner kokuları, uyuşturucular, keskin temizlik maddeleri, aşırı alkol, çay,kahve ve gereksiz ilaç kullanımından beynimizi korumamız lazım. Bütün bunlar beynimizi sağlıklı tutabilmenin ön şartlarıdır.
Beynimiz ne kadar sağlıklı olursa o kadar olumlu düşünüp, pozitif bir yaşam sürebiliriz.
Ayrıca Negatif insanlarla takılıp, pozitif bir yaşam sürdürmeyi başaramazsınız.
Beyin vücut kütlesinin yalnızca %2' sini oluşturur ancak kan dolaşımına giren oksijenin %20'sini tek başına kullanır. Bu sebeple, beynimiz oksijen yetmezliğine son derece duyarlıdır. Her ne kadar kısa süreli oksijen yetmezliklerine direnebilse de, mümkün olduğunca sürekli ve düzenli nefes almanız gerekmektedir. Dolayısıyla, nefes alabildiğiniz her saniye, doyasıya nefes alın ve beyninizin oksijenini kısmayın.
" 2006 yılında Proceedings of the Undersea and Hyperbaric Medical Society dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, 5 yıl boyunca, 1000 derin su dalgıcının beyni MRI ve SPECT ile incelenmiştir. MRI, bireylerin beyninde herhangi bir morfolojik bozulma tespit etmemiştir. Ancak SPECT analizi, ön ve yan loplarda metabolizma düşüklüğünü ortaya koymuştur."
Tabii ki bu uzun süreli nefes tutmalar, öncesinde oksijen ciğerlere çekildiği için yapılabilmektedir. Normalde, nefes alıp verirken, akciğerlere giren oksijenin sadece ufak bir kısmı tüketilmektedir, kalanı, karbondioksit ile birlikte atılır. Ancak nefes, ciğerlerde tutulduğu sürece, hapsolan oksijen bu 20 dakika boyunca tüketilebilir. Dolayısıyla, akciğer hacmi ve bunun ne kadarını doldurabildiğiniz, nefesi ne kadar uzun tutacağınızı belirler. Yani nefesini tutanların beyni oksijensiz kalmamaktadır, sadece nefes almamaktadırlar. Çünkü eğer ki beyin gerçekten oksijensiz kalırsa (apne durumu) ilk 2 dakika içerisinde beyin hücreleri geri dönüşü olan hasarlar almaya başlar, 3 dakikadan sonra beyin hücreleri kalıcı olarak hasar görmeye ve ölmeye başlar, 5 dakikadan sonra ise beyin hücreleri kitleler halinde ölür. Dolayısıyla "nefes tutmak" ile "nefessiz kalmak" arasında devasa bir fark vardır."
Beyin kandaki oksijenin yüzde 20’sini harcıyor. Vücut ağırlığının sadece %2’sini oluşturmasına rağmen, bu kadar çok oksijen harcaması çok ilgi çekici. Bu yüzden de oksijensiz kalma öncelikle beyin hasarına yol açıyor.
Beyin gece gün boyunca olduğundan daha aktif. Düz mantık ile düşünüldüğünde, gündüz yaptığımız onca faaliyet, görüntü, ses vb.nin beyni yatakta yatarak dinlenmemiz durumundan daha fazla çalıştıracağını sanabiliriz. Ama durum tam tersi. Vücudu kapatınca beyin daha da açılıyor.
Beynin %80’i sudur. Tezgahlarda ya da TV’de gördüğünüz beyinler çok gerçekçi değil. Yaşayan bir beyinin dokusu daha çok bir jöleye benziyor. Bir dahaki sefere susuz kaldığınızda beyninizi unutmayın.
Gülümsemek için 17, kaşları çatmak için 43 kas çalışır. Yani gülümsemek hepimiz için daha uygun bir seçim. Kaş çatma, şaşı bakma gibi hareketleri uzun süre yapanlar, bunun yüzü ne kadar yorduğunu bilirler. Bu yüzden en iyisi ruh halinizi iyileştirmek.
Bütün bunlardan daha önemlisi,herkesin gözünden kaçan bir başka faktör de OKSİJEN'dir. Her organ gibi beynin de enerjiye ihtiyacı vardır.Beyin bu enerjiyi oksijenle glikozu yakarak elde eder. Diğer bütün organlardan daha çok çalıştığı ve daha karmaşık yapılı olduğu için de, daha fazla oksijene gereksinim duyar. Beyin vücudun sadece %2 si kadar bir ağırlığa sahip olduğu halde, kana karışan oksijenin %20sinden fazlasını kullanır.Bu nedenle 40 güne kadar aç ve birkaç gün susuz kalabildiğimiz halde, üç dakikadan fazla oksijensiz kalamayız. Demekki beynin hayatiyeti için en önemli ihtiyaçlardan biri Oksijen'dir. İkinçisi su, üçüncüsü gıdadır.
İşte bu gerçek ışığında şöyle bir varsayım ortaya çıkmaktadır. İçinde 7-8 saat uyuduğumuz yatak odamızın havasız olması başımıza büyük işler açmaktadır. Soğuk havalarda yatak odamızın pencerelerini sıkı sıkı kapatırız. Bu da odadaki oksijenin bitmesine neden olmakdadır. Hatta kapı ve pencere kenarlarını izole ederiz. Buda odamıza oksijen girişini tamamen engeller.Dört saatlik bir uykudan sonra soluduğumuz oksijenli hava bitince ,karbondioksit solumaya başlarız. Bu durum başta beyin hücrelerimiz olmak üzere bütün organlarımızı etkiler.
Oksijen yetersizliği beyin sağlığımızı şöyle etkilediği düşünülmektedir.
1- Günden güne zayıflayan beyindeki nöronlar ölmektedir.
2- Nöronların yeni bağlantılar kurmaları, elektriksel devreler oluşturmaları zorlaşmaktadır. (örneğin , Hatırlayın beynimizin %80 i sudan oluşur, elektriksel dalgalar suda daha fazla diğer organlara emir ve işlev iletir.) Nöronların ölmesiyle bu bağlantıların oluşması azalır. Geniş düşünebilme yeteneği ve vücuda emir ve işlev iletmesi azalır.,
3- Kısa vadede hafıza kaybı, ezberleme yeteneğinin azalması, unutkanlık ve çaşitli hastalıklar,
4- Geçici konuşma ve düşünce yeteneğinin artması, insanların kendi lisanlarını bile akıcı konuşamaması, (ıııı) gibi kopuk cümleler söylemeleri, uzun süre duraklamaları. ( Burun ameliyatından önce benimde beynime oksijen az gidiyordu, bu nedenle cümleleri tamamlarken zorlanıyordum, bunu şimdi daha iyi anlıyorum.)
5- Düşünce tembelliği oluşmakta, gündüz uyuklamaları başlamaktadır. Gece uykusuzlukları artmaktadır. Odadaki oksijen bitince.
6- Beynimizdeki oksijen yetersizliğinin zihinsel faaliyetlerimizi etkilemesinden başka diğer organlara verdiği zarar ise başka bir araştırma konusudur.
Nöronlarında diğer hücreler gibi oksijenden başka; protein ve mineral vitaminlere de ihtiyacı
vardır. Beyin sağlığının devamı için onu zararlı gazlardan karbondioksit gibi gazlardan korumak hayati önem taşır. Karbondioksit, hava gazı, sigara dumanı, egzoz dumanı, hava kirliliği, çeşitli boya ve tiner kokuları, uyuşturucular, keskin temizlik maddeleri, aşırı alkol, çay,kahve ve gereksiz ilaç kullanımından beynimizi korumamız lazım. Bütün bunlar beynimizi sağlıklı tutabilmenin ön şartlarıdır.
Beynimiz ne kadar sağlıklı olursa o kadar olumlu düşünüp, pozitif bir yaşam sürebiliriz.
Ayrıca Negatif insanlarla takılıp, pozitif bir yaşam sürdürmeyi başaramazsınız.
18 Mayıs 2019 Cumartesi
Burnumdaki Kemik eğriliği ameliyatından sonra
Bugün
(ameliyattan iki gün sonra) burnumdan tamponlar alındı. Sonuç : Ameliyat
öncesi ; burnumdan % 2,3 nefes alabiliyordum. Konuşurken zorla cümleyi
tamamlayabiliyordum. Sesim genizden geliyordu, boğuk bir sesti bana göre ve
yavaş. Beni yoruyordu, baş ağrıları vardı, uykusuzluk ve yorgunluk şikayetleri
vardı.
Ameliyat sonrası ; birinci gün ;
henüz burnumun % 10 u açıldı. Yaralar bir aya kadar iyileşince % 100 ü
açılacak. Burnumdan beyine %100 oksijen gidecek. %10 gelen nefesle
değişen şeyler ; 1.günde daha hızlı konuşabiliyorum, yorulmuyorum,
başağrısı yok, sesim inceldi ve net duyuluyor, uyuyabiliyorum artik,ilk gece
3 saat hic uyanmadan uyudum. Gözlerim daha canlı bakıyor, daha önceki
fotoğrafta bakışlarım donuktu. Sadece burnumun %10 unundan hava geliyor. Bir ay
sonra beynim tam kapasiteyle çalışmaya başlayacak. Öyle hissediyorum. Çünkü
şimdiye kadar meğer hic nefes almıyormuşum.! yani yeni yaşamaya başladım gibi.
İnanılmaz. İlk kez iz ban daki kötü kokuları hissettim. İlk kez yediğim bir meyvanın kokusunu
aldım. Hatta tadını hissettim. Bu da beynin diğer bölgelerine de oksijen
gittiğinden oluyor. İnanılmaz.
Ameliyattan
7 gün sonra; Gece hiç uyanmadan 5 saat uyuyabiliyorum.
Baş ağrıların azalmaya başladı. %50 nefes
almaya başladım. Bir ay sonra daha rahat nefes alacakmışım.
Burnunuzda
kemik eğriliği ve burun eti bulunuyorsa ameliyat olmaktan çekinmeyin. Şimdi tıp
çok ilerledi. Doktorlar aldıkları her kuruşu hakediyorlar.
Ben de başta korkuyordum. Ne zaman
tomografi sonucunda burunda kemik eğ-
riliği olduğunu anladığım zaman maalesef
50 yaşındaydım. Keşke daha erken bunu öğrenseydim. Nefes almak için burun
damlaları kullanıyordum. Onlarda baş ağrısı yapıyordu. Sonuç olarak beyine
oksijen gitmediği zaman olabilecek
hastalıklardan da sakınmış oluyorsunuz.
Belki Alzeimer, veya nörolojik rahatsızlıklara yakalanmayacaksınız. Burundan
insan nefes alamayınca spor bile yapamıyor. Obezite sorunları ortaya çıkıyor.
Sağlık için ne gerekiyorsa onu yapmalı.
5 Mayıs 2019 Pazar
Beynimiz yeterli çalışıyor mu ? Nasıl anlarız.
Baş ağrılarınız mı var?
Vücudunuzda başka sıkıntılarınız mı var?. Kendimi bildim bileli burnumdan zor
nefes alıyordum. Neden herkes normal nefes alırken ben zor alıyordum. Her hangi
bir hastalığım da yoktu. Okul döneminden
hatırlıyorum , beden eğitimi derslerinde koşamazdım. Çok fazla nezle, grip
olurdum. Nefesim tıkanırdı..
Şimdi 50 yaşındayım. Geçmişimi oturup düşünmeye başladım. Aslında son iki yılımı hasta olan anneme bakmaya adamıştım. Şimdi yalnızım. Kendimi düşünmeye başladım. Son iki yıl içinde doktorlar sinüzit ilaçları verdiler. Uzun süre burun damlaları kullandım. Doktorlar uyarmıştı. Beş günden fazla burun damlası kullanmayın diye. Ama siz benim yerimde olsanız mecburiyetten kullanıyordum. Yaş ilerledikçe nefes almam zorlanıyordu. Sonra bir gün özel bir hastaneye göz muayenesi için gitmiştim. Oradan ayrılmadan önce burnumdan da muayene olmayı düşündüm. Gidip hemen o gün için randevu aldım. Belki sorunuma bir çare bulabilirler diye düşündüm. İyi ki bu şekilde olumlu düşünmüşüm. Doktor ilk muayenede burnumda kemik eğriliği olduğunu söyledi. Bu nedenle sol burun deliği kapalı imiş. Nefes alamamamın nedeni ortaya çıktı. O hastanede burun tomografisi çektirdim. Kan tahlilleri yapıldı. EKG denilen kalp ritmine bakıldı. Diğer her şey normaldi. Sonuçları aldım. Ameliyat olmam gerekiyordu.
Şimdi 50 yaşındayım. Geçmişimi oturup düşünmeye başladım. Aslında son iki yılımı hasta olan anneme bakmaya adamıştım. Şimdi yalnızım. Kendimi düşünmeye başladım. Son iki yıl içinde doktorlar sinüzit ilaçları verdiler. Uzun süre burun damlaları kullandım. Doktorlar uyarmıştı. Beş günden fazla burun damlası kullanmayın diye. Ama siz benim yerimde olsanız mecburiyetten kullanıyordum. Yaş ilerledikçe nefes almam zorlanıyordu. Sonra bir gün özel bir hastaneye göz muayenesi için gitmiştim. Oradan ayrılmadan önce burnumdan da muayene olmayı düşündüm. Gidip hemen o gün için randevu aldım. Belki sorunuma bir çare bulabilirler diye düşündüm. İyi ki bu şekilde olumlu düşünmüşüm. Doktor ilk muayenede burnumda kemik eğriliği olduğunu söyledi. Bu nedenle sol burun deliği kapalı imiş. Nefes alamamamın nedeni ortaya çıktı. O hastanede burun tomografisi çektirdim. Kan tahlilleri yapıldı. EKG denilen kalp ritmine bakıldı. Diğer her şey normaldi. Sonuçları aldım. Ameliyat olmam gerekiyordu.
Başka
bir hastaneye daha göstermek için sonuçlarla birlikte gittim. Orada burun
içinden muayene olunca diğer burun deliğinde de burun eti olduğunu bunu lazerle
küçülteceklerini söylediler. Anlaşılan zor nefes almamın bütün sebebini
öğrenmiştim. Keşke bunu yıllar önce anlayabilseydim. O zaman hayatım daha kolay
olurdu.
Ortaya çıkan problemler,,
Burnumdan nefes alamayınca dolayısıyla
beyine oksijen gitmiyor. Beyin yeterli oksijeni alamayınca da doğru
çalışamıyor. Veya hiç çalışmıyor. Yetersiz alınan nefes oksijen öncelikle
uykusuzluk problemlerine yol açıyor. Siz yeterli ve düzenli uyuyamıyorsunuz. Bu
da gün içinde yorgun ve güçsüz hissetmenize yol açıyor. Yorgun ve güçsüz
hissettiğiniz zaman da günlük aktivitelerinizi yapamıyorsunuz. Yaşam kaliteniz
düşüyor. Kilo artışı ve çeşitli sağlık problemleri ortaya çıkmaya başlıyor.
Bende bu bir yıldan beri rahatsızlık devam ettiğinden kilo artışı da zamanla
fazlalaştı. Yeterli nefes alamadığım için en fazla 30 dakika yürüyebiliyordum.
Çünkü nefesim daralıyordu. Kendimi bir dolmuşa veya taksiye atıyordum. Günlük
gitmem gereken yerlere gidemiyordum. Başka çarem kalmamıştı.
En son muayene eden doktordan ameliyat için
gün aldım. Gelecek Cuma ameliyat olacağım. Ameliyat sonrası nasıl hissettiğimi
sizlerle sonra paylaşacağım.
Doktor ameliyattan bir hafta sonra daha rahat nefes alabileceğimi ve baş ağrılarımın geçeceğini söyledi. Çok mutluyum.
Sonuç olarak;
Beynimiz gerçekten tam anlamıyla çalışıyor mu ? , bedenimiz
her işlevini kusursuz yerine getiriyor mu? Kendimize bakalım. Eğer siz de de
benim ki gibi sorunlar varsa, burun tomografisi çektirmek ve bunu kontrol
ettirmekle işe başlamak lazım. İnsan vücudu alkali suya ihtiyacı olduğu gibi,
beynimizin de oksijene ihtiyacı var. Kendimde fark ettiğim bir diğer eksiklik
de magnezyum eksikliği imiş. Magnezyum eksikliği beyinle ilgili birçok
hastalığa yol açabiliyor.
Bunu
neden eklemek gereğini duydum. Çünkü ;
Konumuz beynimiz yeterli çalışıyor mu konusu idi. Bedenimdeki güçsüzlük ve
yorgunluk hissi, kaslarımdaki güçsüzlük magnezyum eksikliğinden di. Bunu tablet
şeklinde içtiğim zaman anladım. Bir süre sonra kemiklerim güçlendi. İnsan önce
kendi kendisinin doktoru olmalı. Bedenimiz bizim için çok önemli. Bu bize
verilen bir hediye. Onun kusursuz güzellikte yaratıldığını unutmayalım. Sigara,
alkol, uyuşturucularla, şeker, unlu mamuller, ve aşırı miktarda tuz tüketimi ile
bedenimizi mahvetmeyelim.Vücudunuzu Tanrının sizi yarattığı haliyle sevmeye
çalışın. Başkalarının kötü eleştirileriyle var olan güzelliğinizi bozmayın. Bir
kadına göğüslerinin tahta gibi olduğu söylenirse, o kişi gider göğüslerini
büyütmek için estetik ameliyat olur. Bu tür ameliyatların sonucu her zaman
olumlu sonuçlanmıyor. Diğer estetik ameliyatların sonucu da öyle. Bu tür
ameliyat olduktan sonra hayata küsen bir çok kadın var. Eski bedenlerine hasret
kalıyorlar. Tonlarca para harcıyorlar. Sadece güzellik uğruna bu tür
ameliyatlar olmaya değmez. Sağlığınız söz konusu olmadıkça ameliyat olmayın.
6 Nisan 2019 Cumartesi
Bir alerji hastası nasıl olumlu düşünebilir.
O
kadar şanslıyım ki sadece alerji
hastalığım var. İnsan bir hastalığa
yakalanınca nasıl kendini şanslı hisseder.
Bence daha kötü hastalıklara yakalanmadığı için. Beterin beteri var
demişler. Bu hastalığımın olduğunu nasıl öğrendim. Bir gün her zamanki gibi
hafta sonu eve abur cubur türden yiyecekler almıştım. Cips, dondurma, çikolata
e.t.c.
Bunları tükettikten sonra kısa bir süre sonra
dudaklarım ve yüzümün bazı yerleri şişmeye başladı. Ben tabii ki önceleri çok
korkmuştum. Benim yerimde başkası olsaydı kesin paniklerdi. Sakin kalıp
düşünmeye başladım. Bu yüzümdeki şişme neden olabilirdi? Hemen düşünmeye
başladım. O gün neler yediğimi hatırlamaya başladım.
Vücudun
alerjik reaksiyon göstermesi kişiden kişiye farklı şekillerde değişiyormuş.
Kimisinin vücudu kızarıp kaşınırken , diğerinin
sadece yüzünde ve ellerinde, ayaklarında şişlikler oluşuyor. Kimisinde ise
bacaklarında veya vücudun başka yerlerinde deri döküntüleri oluyor. En
tehlikelisi de dilin şişmesi imiş. O zaman hemen acile gitmekte fayda var.
Çünkü nefes almanız zorlaşıyor. Bir alerji kişiden kişiye değişir. Kimisi
mantara alerjisi vardır. Kimisinin havada uçan polenlere alerjisi vardır. Ben
kendimde keşfettiğim alerji ise yediğim gıdalardaki ortak bir maddeye bağlıydı.
Hazır gıdalarda bulunan “koruyucu katkı maddesi”ne En çok küçük ambalajlı
dondurmalarda, cipslerde, paket pişmiş şinitzel gibi tavuk ürünlerinde, paket
küçük ketçap ve mayonezlerde bulunur. Bir düşündüm ki eve ne kadar çok hazır
paket gıdalar alıyormuşum.
Ne
yazık ki koruyucu katkı maddeleri gıdaların raf ömrünü uzatmak için
kullanılıyor. Yani sağlığımız o kadar önemli değil. Market sahiplerinin ne
kadar çok kar elde edeceği daha önemli. Aldığım gıdalarda hazır pişmemiş ürünler
tercih etmeye başladım. Her paketi , en ufak olanları bile arka taraflarını
okumaya başladım. Ortak noktaları hep aynıydı sodyum… ile başlayan birçok
koruyucu katkı maddesi içeriyordu.
Ben
50 yaşında bir bayanım. Hiç evlenmedim. Bu güne kadar da çok önemli bir
hastalık geçirmedim. Yakında burnumdan ameliyat olacağım. Çocukken düştüğüm
için zamanla burnumda kemik eğriliği oluşmuş. Bu da burnumdan nefes almamı zorlaştırıyor.
Bu belki önemsiz bir ameliyat dersiniz. Olmasan da
olur diyen çok oldu. Geçmişime baktığım zaman okul yıllarında spor derslerinde
rahat nefes alamazdım. Bu da uzun süre koşamadığım için zamanla ben de kilo
artışı yarattı. Aradan yıllar geçti. Şimdi ben 50 yaşına girdim. Bu kış bir iki,
kez grip olduktan sonra hala burnumdan nefes alamadığımı farkettim. Oturup
düşündüm. Bu fazla kilolardan dolayı mı yoksa , burnumda içinde et veya geniz
eti sorunumu var diye. Doktor testlerini
yaptı. Tomografi sonucu burnumda belirgin bir kemik eğriliği varmış. Bu nedenle
nefes almakta zorlanıyordum.
Küçücük
bir şey insan hayatını ne kadar çok etkiliyor. Burnumda eğer hiçbir problem
olmasaydı, bende diğer arkadaşlarım gibi okulda spor derslerinde başarılı
olurdum. Yıllar geçtikçe kilo almazdım. Çünkü en fazla 30 dakika rahat
yürüyebiliyordum. Daha sonra tıkanıyordum. Bu sorunumu ameliyat olarak
atlatacağım. Kilo problemini ise evde bir koşu bandı alarak düzenli yürüyüş
yaparak çözmeyi düşünüyorum.
Alerji
sorunuma gelince demek ki insan vücudu belli bir yaşa gelince doğal olmayan
Maddeleri artık kabul etmiyor. Gençken daha fazla
metabolizma çalıştığı için , zararlı maddeler vücuttan kolayca atılabiliyordu.
Her
zaman dediğim gibi. Kendi sağlığınız için çok dikkatli olmak gerekiyor. Neyin
zararlı neyin zararsız olacağını kullandıktan sonra anlıyorsunuz. Alerji hapı
kullanarak kaşıntı ve şişliği kontrol altında tutabiliyorum. Şimdi öğrendiğim
koruyucu katkı maddesi içeren bazı gıdaların listesini vereceğim. Bu liste daha
uzayabilir. Sizde satın aldığınız ürünlerin içeriğini okumadan satın almayın
derim.
Benim
alerjimin olduğu gıdalar şunlardı, paket karabiber, paket dondurmalar, tüm hazır
gıdalar, paket sucuk, paket sosis, paket bitki çayları , paket form çayları,
patates cipsleri, gazlı içecekler, paketlenmiş tavuk ürünleri, çikolatalı
bisküviler, hazır domates ve mayonez sosları, hazır poşet kahveler, 3 in 1,
e.t.c. Bu liste her geçen gün artıyor. Artık geriye ne kaldıysa onları da
kontrol etmeye devam edeceğim.
Eğer
hayvanların yemlerinde de bu koruyucu katkı maddeleri varsa et türü yediğimizde herhangi bir alerjik
reaksiyon yaşayıp yaşamadığınızı siz düşünün. Çünkü geriye ne kaldıysa size
sağlığınızla oynamayan, katkı maddesi içermeyen ürünleri tercih etmeli her
zaman.
Mutlu
ve sağlıklı günler dileğiyle…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Pozitif Düşünme ile Şifa
Pozitif düşünmenin iyileştirici gücü vardır. Bu makalede nasıl sağlığınızı iyileştirmek ve kendinizi iyileştirmek için pozitif düş...
-
Pozitif Düşünce gücüyle hastalıkları yenmek mümkün mü? Bu konuda internette kısa bir araştırma yaparak, düşünce gücüyle kanseri ...
-
Pozitif düşünmenin iyileştirici gücü vardır. Bu makalede nasıl sağlığınızı iyileştirmek ve kendinizi iyileştirmek için pozitif düş...
-
Bir ressamın yaptığı tablonun yorumu TABLONUN ISMI " İSA DİRİLDİ " Bu tabloyu yapan mutlaka Hristiyan bir ress...