21 Aralık 2019 Cumartesi

Kablosuz internet sağlayan modemlerden wifi ile gelen Elektro Manyetik Dalgaların sağlığımıza verdiği zararlar; Obezite, Karaciğer bozuklukları, Metabolizma bozuklukları ve Nörolojik bozukluklar, yorgunluk sendromu, uykusuzluk Teorimim


           Kablosuz internet sağlayan modemlerin hayatımıza girdiği yıllar olan
2000 li yıllardan beri çağın hastalığı konumunu alan Obezite hastalığı ve kanser hastalıklarının başlangıcı varsayımına dayanarak bu teorimi oluşturdum. Kendi hayatım üzerinde de bu varsayımın kanıtlandığı ve bu teorimin de aynı zamanda kanıtlandığı anlamına gelmektedir.
          Kendi hayatımda ofisimi açtığım yıllar olan 2001 yılından itibaren piyasalarda kullanılmaya ve satılmaya başlayan kablosuz internet sağlayan modemlerin zararlarını kavramaya çalışalım. 2001 yılından öncede ülkemizde internet vardı. Ancak tüm işyerlerinde ve evlerde çevirmeli bağlantılar, kablolu İnternet bağlantıları kullanılıyordu. Tam olarak hatırladığım kadarıyla 2000’li yıllardan itibaren kablosuz modemler, çok kullanıcılı modemler satılmaya başladı. İnternet çağına girdiğimiz o yıllardan itibaren, teknolojinin getirdiği bir takım zararları görmezden gelemeyeceğim. Ve tüm insanları bu konuda uyarmayı da bir borç bilirim. Kendi ofisimde hemen masa üstüne kurduğum kablosuz modemimi hatırlıyorum. Ayrıca kablosuz telefonum vardı. Kablosuz modemin yaymış olduğu elektro manyetik dalgalar olduğunu yıllar sonra çeşitli hastalıklara yakalandıktan sonra öğrenmeye başladım. Okumayı ve araştırmayı seven bir insan olarak her konuda öğrenmeye ve kişileri uyarmaya odaklı biriyim. Kendimde zararlarını gördüğüm, hayatımda kanıtlanmış bazı olaylar oldu. Yaşadığım ve maruz kaldığım rahatsızlıkların tek nedeni olan bu elektro manyetik dalgaların radyasyon yayıcı etkilerini bugünlerde keşfettim. Yıl; 2019, ay aralık.
          Genellikle ofis çalışanlarının kilo problemine kolay yakalandığını söylerler. Çünkü oturarak çalışan birisi fazla aktif olmadığı için eğer spor yapmıyorsa kilo problemi yaşayacağı söylenir. Kilo alsa bile eskiden kolaylıkla bu fazla kilolar vücuttan atılabiliyordu. Kablosuz internet dünyada yayılmadan önce de ofis çalışanları vardı. Ama obezite gibi bir problem yoktu.
Hangi tarihten itibaren bu obezite gibi hastalıklar dünyada yayılmaya ve görülmeye başladı? Hiç düşündünüz mü?
Geçtiğimiz yüzyıllarda da ofis çalışanları vardı bu dünyada. Ama ofislerde bulunmayan tek şey internet sağlayan modemlerdi. O zamanlar cep telefonları da yoktu. Kablosuz telefonlar da yoktu. Hatta mikro dalga fırınlar ve Wifi ile çalışan Led Televizyonlar da yoktu. Şimdi bakıyorum Amerika da olsun İngiltere de olsun hemen hemen her ülkede kablosuz internet kullanımı çoğalmaya başladığı yıllar 2000 li yıllardır. Belki bazı ülkelerde daha eski yıllarda da vardı. Gelişmiş ülkelerde Obezitenin görülmeye başladığı yıllarda diyebiliriz.
          Kablosuz interneti ofisler genellikle bir modem üzerinden wifi aracılığı ile sekiz, on hatta daha fazla bilgisayarın bağlandığı ortamlar oluşturmaktadırlar. Bu durumda işletmeler, ve büyük şirketler insan sağlığını hiçe sayıp veya bunun zararlarını bilemediklerinden bunu kullanmaktadırlar. Bu kablosuz internetin wifi aracılığıyla her yerde kullanılmasının zararlarını gören ve bunun bilincine ulaşan toplumlar yaratırsak o zaman çağın hastalıklarının azaldığını hatta belki bir gün obezite gibi bir hastalığında önüne geçmiş oluruz.

          1-Nasıl obeziteye yakalanırız.;  
Kablosuz internet sağlayan modemlerden yayılan wifi sinyalleri, elektro manyetik dalgalara, bu cihazlar yaşadığımız ev ve işyerinde ise en çok bizim bedenlerimiz maruz kalır. Örneğin, evinizde veya işyerinizde laptop, tablet, cep telefonu ve kablosuz internet modem kullanıyorsanız,
Bu cihazın bulunduğu yükseklik ve genişlik seviyesinde 150 metreye kadar bir alan bu elektro manyetik dalgalardan etkilenir. Neden böyle düşünüyorum.
İnsan vücudunun % 70 i sudan ibaret ise ve radyasyonun su ile etkileşimi daha hızlı olduğuna göre , insanları etkilemesi normaldir. İnsan vücudunun içindeki bu %70 oranındaki su miktarı aktif bir şekilde değişir, ve tüm hücrelerimize ve organlarımıza 
kadar gider. Radyasyon ilk olarak sular aracılığı ile dünyaya zarar vermişti. Arkasından topraklar , topraktaki küçük canlılar , hava ve insanlar olumsuz etkilendi.
Modeminiz açık olarak boş bir odada bile kalması gece odanızda uykusuzluk verir. Bu elektro manyetik dalgalar direkt insan vücuduna verdiği zarar; metabolik bozukluklarla başlar, uykusuzluk buna eklenir. Eğer ailenizde çocuklar, bebekler ve yaşlılar varsa en çok onlar etkilenir. Nörolojik rahatsızlıklar, uykusuzluk, halisülasyon, yorgunluk sendromu, kronik baş ağrıları meydana gelir. Hatırlıyorum; annemin yaşı ilerledikçe son 5-10 içerisinde nörolojik rahatsızlıkları ve uykusuzluk sorunları artmıştı. Annemin sorunlarının kaynağı da bu elektro manyetik dalgalar olabilirdi.
Kablosuz internet modemim ofis masasının önündeki sehpanın ve masanın üzerinde iken bu konumda 19 yıldan fazla çalıştım. On dokuz yıldır bir kilo problemim vardı. Tam bir yıldır obezite ile mücadele ediyorum. Uykusuzluk yaşadım. Modem sehpanın üzerinde iken masanın altında bulunan modeme yakın duran bacaklarımda radyasyon yanıklarına benzeyen kızarıklıklar oluşmaya başladı. Bu rahatsızlık modemi sehpanın üzerine yani kendime yakın bir yere koymaya başladıktan sonra başladı. Arkasından geceleri uykusuzluklar başladı. Ne kadar sağlıklı beslenirseniz beslenin hatta, istediğiniz ilaçları kullanın bu sorunu yok edemediğimi fark ettim. Metabolizma uzmanı doktorum verdiği ilaçlar başkalarının kilo verdiğini ve benim neden veremediğimi anlayamadı. Çok düşündüm. Ve sonunda test etmeye karar verdim.
          2- Kurtulmak için ne yapılabilir?
Teorim doğruysa eğer bütün bedenimdeki rahatsızlıkların son bulacağına eminim. İlk olarak geceleri kablosuz internet modemi kapatarak uyumaya başladık. Bunu bir aydır yapıyoruz. Sonuç ; uyku düzenim bir aydır normale döndü. Sekiz saat uyanmadan uyuyabiliyorum.
İkinci olarak kablosuz internetten açıkken kullandığım wifi ağını Laptoptan ve cep telefonlarından ve Televizyondan kapattık. Laptop bilgisayarıma ve masa üstü bilgisayarıma kablolu bağlantı döşettik. Evde cihazlarda wifi kapalı konumda olursa 150 metrelik alandan elektro manyetik dalgaların bizim evde dolaşmasını engelledik. Eğer herkes bunu sağlarsa apartmanda oturan aileler daha sağlıklı bir ortama kavuşur. Eğer her ev bunu kendi evinde sağlarsa başka evlerdeki insanlara da bu manyetik dalgalar ulaşamaz. Çünkü kapalı alanda bu dalgalar beton duvarı geçemez. Ama geçebildiğini görüyoruz , çünkü komşunun wifi sinyali ile internete bağlanan evler vardır.
1- Sonra evin içinde dikkat etmeniz gereken, kablosuz internet modeminizi sürekli oturduğunuz, uyuduğunuz ve yaşadığınız ortamdan uzak ve en yüksek bir konuma yerleştirmek. Ev bilgisayarlarınıza bu modemle kablolu bağlantı oluşturun. Gece uyumadan önce modeminizi kapatmayı unutmayın. Kendi evimde de bu kablosuz modemi bu hafta içinde ofis odasından uzaklaştırmak olacak. Masa üzerinde bile olması belimizin üst tarafında bulunan organlarımıza zarar verir. Karaciğer görevini yapamadığı zaman yağ yakamaz. Sindirim sistemimiz tembelleşir. Sindiremediğimiz zaman da kilo alırız. Kilo istesek de veremeyiz. İlaçların bile buna faydası olmaz. Modemin yanınızda masa üzerinde bulunması çalışırken uyuklamanıza neden olur. Evinizin kapı girişindeki ayakkabılığın en üst rafı olabilir. Böylece insan vücudunun seviyesinden yukarıda olacağından çalışırken daha az zarar görürsünüz.
2- Wifi ile çalışan tüm elektrikli ev aletleri ; Bebek telsizleri, wifi ile çalışan her şey.  ZARARLIDIR.
3- Belki de kanserin de sebebi bu olabilir. Aynı çağlarda ortaya çıkan hastalıklar.
4-Her çıkan teknoloji insan sağlığına faydalı olmayabilir. Çocuklarımızın ellerinde küçük büyük wifi ile çalışan tabletler varsa bunu data hattına çevirin. Cep telefonlarındaki interneti wifi ile kullanmayın! Mecbur kalmadıktan sonra kullanmayın. 4,5G teknolojisini daha az kullanın cep telefonlarında saat başı bildirimleri kontrol etmek yeter. Cep telefonunu kullanırken daha az konuşun, birkaç dakikadan fazla konuşmayın.

Sonuç; Daha sağlıklı bireyler yetiştirmek, sevdiklerimizi ve kendimizi
Her türlü zararlı etkilerden korumak, enerji tasarrufu etmek sağlığımızı büyük ölçüde etkileyecektir. Bu şekilde hayatın bize getirdiği teknolojik kolaylıklardan daha az zararla faydalanmak daha akıllıca olur. Teknolojiyi seven biri olarak halen bu hastalıklarla mücadele eden birisi iseniz tavsiyelerime kulak verin. Ben şimdiden faydalarını görmeye başladım. Geceleri uykusuzluk yaşamıyorum. Bacaklarımdaki alerjik kaşıntılar azaldı. Radyasyondan kaynaklanan yanık lekeleri zamanla azalacak. Dokular kendini yenileyecektir. Ofisimde çalışırken uyuklamıyorum. Zihnim açık ve iyi, olumlu düşünebiliyorum.









                                                                            
                                      



12 Aralık 2019 Perşembe

Hayatımızda sıkıntılarla ve sorunlarla nasıl başetmeliyiz.


        Hayatımızda olumlu düşünmediğimiz zaman, her şey otomatik programlanmış gibi ters gitmeye, sorunlar çıkmaya başlar. Bunun anlamı hayatımızda pozitif kararlar almadığımız sürece her türlü sorunla baş etmeye hazır olmalıyız. Ne gibi derseniz, bunlar hastalıklar, ekonomik krizler, mali borçlar veya kendimizle ilgili;
başarısızlıklar ortaya çıkmaya başlar.
       
       Eğer Tanrı’yı tanımıyorsak ve hayatımızda bir yeri yoksa bu nedenle Tanrı bizim ilgimizi çekmek için bizim hayatımızda sıkıntılarla bizleri dener. Biz hayatımızdaki sorunlar ve sıkıntılardan kurtulmak için genellikle Tanrı hariç kendi çabalarımızla bu sorunlardan kurtulmaya çalışırız. Mesela; bir para veya borç sorunumuz olduğu zaman, ilk yaptığımız şey nedir? Gidip, en yakınlarımızdan borç istemek olmazmı. Borç ödemek bir süreçtir.
Taksitle ödenir, gider. Bu zaman zarfında tutumlu olmayı, tasarruf etmeyi,
dikkatli harcamayı, en önemlisi de Tanrı'ya güvenmeyi öğreniriz.
Bir borcu başka bir borçla kapatmaya çalışırız. Bunu bazen hiç düşünmeden korkuyla yaparız. Yanlış yaptığımız şey de; bir sorunla karşılaştığımız zaman ilk önce Tanrı’ya sığınmamak ve O’ndan yardım istememektir. Ben hallederim veya ailem yardım eder diye düşünürüz. Ailemiz bir yere kadar yanımızdadır. Onlar bizim yaşımız ilerledikçe her zaman yanımızda olamazlar. Tabii ki aileniz sizin yanınızda is eve size destek olurlarsa bu sorunu çözebilirsiniz. Bir çoğumuz bu kadar şanslı değildir. Eğer bize yardımcı olacak kimsemiz yoksa ne yapacağız.
Bunu hiç bir zaman unutmamalıyız. Tanrı sevgidir. Ve bizi çok seviyor.
Tanrı bize her zaman daha fazlasını vermek ister. Fakat önce paranın değerini anlamamızı sağlar. Maddi sorunlar yaşamamak için hayatta neler yapabileceğimizi bize öğretir. Dürüst bir şekilde yaşamamızı ister.
Doğruluk içinde yaşarken birgün bunun mükafatını alacağımızı bilerek seçimlerimizi ona göre yapmalıyız.
          Hayatınızda Tanrı yoksa o zaman herşey karman çorman, dağınık, tek düze, umutsuz, karamsar, endişeli, güvensiz, olumsuz düşünen, doğru adım atmaktan korkan, korkak, zayıf, cılız,  çirkin hisseden insanlar oluruz. Siz ne kadar kendi doğrularınızla yaşamaya çalışırsanız
çalışın etrafınızdaki her şey ters gider. Neden, böyle diye oturup düşünürsünüz. Siz kendi sorunlarınız veya ailenizin sorunları içinde yaşam mücadelesi vermeye devam ederken, Tanrı ise sizin O’na yönelmenizi, O’na dönmenizi, dua edip O’ndan yardım istemenizi özlemle bekler. Hatta günahlarınızdan tövbe edip, affedilmeyi istemenizi bekler. Tanrı sabırlıdır. İnsan günahlı olsada, hala günah işlemeye devam etse de ondan ümidini kesmez. İnsana hayatında her zaman bir şans verir.
          Siz kendi hayatınıza bakıp, hangi sorunlarla boğuştuğunuzu, hangi hastalıklarla uğraştığınızı düşünmeye başlayın. Belki de hiç bir sorununuz yok, paranız var, eviniz, arabanız da var. Ama sağlığınız yok.
Veya onca zenginliğinizin içinde hayatınızda ve yüreğinizde bir esenliğiniz yok. Sevgiden uzak bir yaşam sürmektesiniz. Mutlu değilsiniz. Çünkü mutluluğu ve huzuru dünyasal eşyalarda ve maddiyatta aradınız. Bir arabaya ihtiyacınız varsa o zaman bir araba alın. Aldığınız araba evinizin garajınızda dursun. Yüreğinize park etmeyin. Çünkü dünyasal zevkler geçicidir. Ertesi günü bir kaza yapar bu aracı kaybettiğinizde kalbiniz kırılmasın. Yani mutlu olmak için bir şeyler satın almayın. Çünkü onu kaybettiğiniz zaman üzülürsünüz.
          Hayatınızda , yüreğinizde her zaman Tanrıya bir yer verin. Güne ilk başladığınız zaman ilk dakikaları ve saati Tanrıyla zaman geçirmeye ayırın. Sahip olduklarınız için şükredin. Hayatınızda şükrederek mutlu olacaksınız.
Her gün hayatınızda Tanrı’ya şükredecek bir şey mutlaka vardır.
          Duam şu ki; Esenlik kaynağı olan Tanrı , O’nu aradığınızda sizin
her ihtiyacınızı karşılasın, aradığınız esenliği versin. Huzur arıyorsanız huzur, sevgi arıyorsanız sevgi versin. Tanrı’nın her şeye gücü yeter. Amin.
                                                          %













  

1 Aralık 2019 Pazar

Yeni Kitabımın Tanıtımı


"Karanlıkta Işık Olmak"

Yakında yayınlamak istediğim kitabımdan sizlere bahsetmek istiyorum. Her zaman elinizin altında olacak ve sizlere kendi sözlerimle her zaman teşvik edebileceğim bu kitabımı internet blog sitemden sipariş vererek siz de satın alabilirsiniz. Pozitif Perspektif
Bloğumda paylaştığım sözlerin bir derlemesi olan bu kitabımı yayınladıktan sonra siz değerli okurlarımın desteğine ihtiyacım olacak. Kitabımın ismi "Karanlıkta Işık Olmak" olacak.
Yayınlandığı zaman size buradan paylaşacağım.
Destek ve yardımlarınız için gereken bilgiye iletişim sayfasından ulaşabilirsiniz. Şimdiden beni bu konuda teşvik eden arkadaşlarıma ve kardeşlerime teşekkür ederim.

23 Kasım 2019 Cumartesi

Rüyalarıma Bakış,Pozitif Yaşama Geçiş Sürecim.....


       Size geçlik yıllarında görmüş olduğum bazı rüyalarımı anlatmak istiyorum. Bunu anlatmamın sebebi; Tanrı’nın nasıl rüyalar aracılığıyla bizimle iletişime geçmek, konuşmak istediğini göstermektir. Hayatımın 28 yaşından sonraki yıllarını inançlı biri olarak yaşadım. 28 yaşımdan önce sadece bir Allah’a inanıyordum. Gizlice ona uyumadan önce Türkçe dua ederdir. Ama O’nu dinlemeyi hiç düşünmedim.
TANRI İLE İLETİŞİM … TANRI’NIN BİZLERLE BİR BABA& OĞUL İLİŞKİSİ İSTEMESİ ,…. VE  İMAN EDEREK POZİTİF YAŞAMA GEÇİŞ…..

Tanrı ile ilk İletişim …. :  Tanrı’nın benimle ilk iletişim kurmaya çalıştığında 22,23 yaşlarındaydım. O yaşlarda çok zor zamanlar yaşamıştım. Psikolojik bir tedavi görüyordum. Ağır bir depresyon içindeydim. Bu konuya girmek istemiyorum. Çünkü o günlerde kalbime ve ruhuma Tanrı’nın nasıl dokunduğu nu size anlatacağım. Bir gün yine evde istirahat ederken, kendi odamda yatağımda yatıyordum. Pencereden hafif bir güneş ışığı gözlerimi kamaştırıyor du. Uzaklara daha uzaklara ağaçların üzerinden bulutlara bakıyordum. Bulutlar anidan canlandı. Bulutlar şekil değiştirmeye ve bazı figürler oluşturmaya başladı. Sanki bir görüm görüyordum. Beyaz, siyah  ve diğer renklerde ordu şeklinde atların bana doğru geldiklerini gördüm. Beyaz atın ve diğer atların binicileri vardı. Hepsinin göksel kanatları da vardı. Görüntü çok muhteşemdi. Sanki benim için geliyorlardı. Bu görümden sonra olanlar;
Geceleri uyku ilacı alarak uyuyabiliyordum. Bir gece yarısı uykudan uyandım. Odamda beni rahatsız eden ruhsal varlıklar olduğunu hissediyordum. Onların seslerini duyuyordum ve evin içinde çıkardıkları bütün gürültüleri duyabiliyor dum. Onlara karşı kendime nasıl koruyacaktım? Hep bunu düşünüyordum. Çünkü bu ruhsal varlıkları sadece ben duyabiliyordum. Gece yatağımda uyanık fakat gözlerim kapalı olarak uyuyor gibi yapmaya başladım. Yanıma kadar yaklaştıklarını hissediyordum. Sürekli ürkütücü sesler çıkarıyorlardı. Onların ruhsal kötü varlıklar olduğunu anlamıştım. Bu kötü ruhlar durup dururken neden beni şimdi rahatsız etmeye başlamışlardı? Zaten yaşadıklarımdan sonra ağır bir depresyondayken üstüne bir de bunlar çıkmıştı. İnsan görebildiği tehditlerle baş edebilir diye düşünüyordum, görmediği varlıklardan kendini nasıl koruyabilir ki? Sonra düşündüm ailemde nesiller boyu işlenmiş olan günahlar kötü varlıklara birer geçit açıyormuş. Yani ailemizin geçmişte yaşamış olan diğer atalarımızın günahları onların çocuklarından ve torunlarından hesap soruluyor. Yani atalarımızın kendi hayatlarında işlemiş olduğu suçlar ve günahlardan yedi nesil olacak olan çocuklarımız da lanetleniyordu. Bunlar Kutsal Kitapta anlatılanlar. Sonradan öğrendim. O zamanlar tabii ki bu kadar bilgili değildim.
Yatağımda korkmaktan başka bir şey yapamıyordum. Sessizce ağlıyordum. Dua ediyordum. Eğer gerçekten bir Tanrı varsa beni korumasını istedim. “Allah’ım sana sığınıyorum” diye dua ettim. O duadan sonra Tanrı’nın sesini işittim. O güne kadar duyduğum seslerden daha güzeldi. İşittiğim ses bana “Korkma” dedi.
“Korkma çünkü Ben seninleyim.” “Oğlum senin bütün günahlarının bedelini çarmıhta kanıyla ödedi. Çünkü O’na iman edersen sen de kurtulabilesin diye çarmıhta öldü ve üç gün sonra dirildi. Buna iman eden ölse de yaşayacaktır. Ona Kutsal Ruhumu vereceğim. O ben de ve Ben de onda yaşayacağım. Oğul’a iman edene yargı yoktur. İman etmeyen ise zaten yargılanmıştır.” Dedi..

Tanrı’nın benimle Baba&oğul ilişkisi istemesi işte böyle başladı……
Tanrı’nın bir oğlu varmış. Bu oğul hakkında hiçbir bilgim yoktu. Taaki o zamana dek . Tanrı’ya sığındığım o günden sonra artık bütün korkularımdan kurtulmuştum. Yüreğimde tarif edilmez bir huzur ve esenlik vardı. Tek ihtiyacım olan…. Tanrı’nın sevgisini yüreğimde hissedebiliyordum. Tanrı beni seviyordu. Beni o karanlık gece yalnız bırakmamıştı. Tanrı’nın kanatlarının altına sığınmıştım. Tanrı’la gizli bir ilişkimiz vardı. Ona geceleri dua ederdim. O da beni korurdu. Daha fazlasını istemedim. Ama biliyorum ki isteseydim onları da bana verirdi.
       Sonra bir gece Tanrı’dan olduğunu hissettiğim bir rüya gördüm. Rüyamda;
“Gökte büyük beyaz bir taht vardı. Ben tahtın sağında oturuyordum. Tahtta oturan büyük parlak ışık bana bir şey gösterdi. Bak dedi. Bu yargı gününden korkma!”... Yeryüzü yoktu. Gökyüzünde tahtın önünde büyük küçük bütün ölülerin dirildiğini gördüm. Her biri tahtın önünde diz çökmüştü. Bazıları “Haleluya diyorlardı…. Yücelik Güç ve Onur Tahtta oturanın olsun. Kutsal Kutsal Kutsal olan…. Gücü her şeye yeten Rab Tanrı …. Övülmeye ve tapılmaya layık olan… Seni yüceltiriz. “ diyorlardı. Sonra Tahtta oturan Rab Tanrı bana dedi ki “ Bak dedi; Sen bu yargı gününden korkma!. Çünkü senin adın bu “Yaşam Kitabı”nda yazılı. Bana sol elinde açık olan bir kitap göstererek bunu dedi.”
Bu rüyayı hala hiç unutmadım. Şu an elli yaşında bir Mesih inanlısı olarak yaşıyorum.

İman ediş ve sonsuz yaşamın başlaması, kurtuluş ve Tanrı’nın egemenliğine giriş…. Bütün bunlar ben  yirmi sekiz yaşında İsa filmini izledikten sonra yaşamım değişti. Sonunda Tanrı  yine  bir rüyamda  bana konuşmuştu. Yirmi sekiz yaşındaydım. Hala yüreğimde Tanrı’yı arıyordum. O’nun sesini bir kez daha işitebilme için yaşıyordum. Geçen yıllardan sonra artık sağlıklı ve kendine
Güvenen bir kadın olarak yaşıyordum. Biliyordum ki eğer zor durumda kalırsam
Tanrı benim sesimi işitir. Ve Göksel Babam bana yardıma koşar. İsa filmini izlemek istedim. Sonra çok etkilendim. Yine dua etmeye başladım. Tanrı’yı aradığınız zaman size her zaman geri döner. Filmin sonunda bir dua vardı. Bu iman duasını ederek Tanrı’yı yaşamıma davet ettim. “Günahlarımı bağışla bana sonsuz bir yaşam ver. Gel ve yaşamıma gir, beni Babanın istediği gibi bir insan yap dedim. İsa’ı Rabbim ve Kurtarıcı Tanrım olarak kabul ediyorum. Dedim.”
Bu duayı yaptıktan sonra beklemeye başladım. Gece oldu … yattım… Sabaha karşı bir rüya gördüm. Bu rüyamda ;
“Gece yatağımda uyurken odama bir ışık doldu. Işığın içinde bir yüz vardı. Tam bakamıyordum, çünkü ışık o kadar güçlüy dü ki.. Gözlerim kamaşıyordu. Işık bana dedi… “Sen çağırdın Ben de geldim”  dedi.  Ben de senin O olduğunu nereden bileyim? Sana bakamıyorum bile dedim.” O zaman bu ışık benim ruhumu bedenimden kucağına aldı.  Ruhum bedenimden ayrılmıştı sanki… Yukarı doğru yükseliyorduk. Yükseldik… Yükseldik…. Dünya ayaklarımızın altında bir top gibi kalmıştı. Sonra yıldızların arasından ışık hızıyla uzaklara gittik. Kristal cam saydamlığında parlak bir yüzeye indik. Orada güneş yoktu..
Orada karanlık da yoktu… Beni oraya getiren Rabbin ışığı orayı andınlatıyordu. Oraya ayak bastım. Biraz yürüdüm gördüklerim şimdiye kadar hayatımda hiç görmediğim güzellikteydi. Orayı aydınlatan ışık karşıma çıktı.. Ben O ışığın önünde diz çöktüm. O’na tapındım. Hala o parlak ışığa bakamıyordum. Çünkü ben günahlıydım. Tanrı ise Kutsaldır. Sonra beni kollarımdan tutup ayağa kaldırdı. Ve bana sarıldı. Bu Tanrı’nın sevgisiydi. Kaybolmuş oğlunu bulmuş gibi bana sarılıyordu. O zaman… İşte o zaman diledim ki orada onunla sonsuza dek kalayım istedim. Yani dünyaya geri dönmek istemedim. O zaman O bu istediğimi o zaman yerine getiremeyeceğini ama dünyaya geri dönmem gerektiğini, ve bu dünya da ‘O’nun için yapacağım büyük işler olduğunu söyledi.”

İman ederek pozitif yaşama geçiş…
       Bu işler tamamlandıktan sonra Tanrı beni yanına aynı şekilde geri alacağına inanıyorum. Tanrı’yı seviyorum. İnancımdam bir gün bile vazgeçmedim. Dilerim ki her insanın yüreği bu Tanrı sevgisiyle dolup taşsın. Tanrının sonsuz sevgisini tadabilsin. Şimdi elli yaşındayım. Yirmi sekiz yaşından bu yana hayatım üçyüz altmış derece değişti. Rüya görmeye hala devam ediyorum. Tanrı rüyalar aracılığıyla benimle konuşmaya devam ediyor. Şimdi bile görmüş olduğum rüyalar hayatıma yön veriyor. Diyebilirim ki iman ettikten sonra daha olumlu düşünmeye başadım. Olumsuz düşüncelere aklımda yer vermiyorum. Aklım bir savaş alanı..
Tanrı beni seviyor ve Tanrı hepinizi de aynı şekilde seviyor. Yalnız Tanrı hiç kimsenin kalbine zorla girmek istemez.  Tanrı’yı kalbinize siz davet etmelisiniz. O kalbinizin kapısını içerden ancak siz açabilirsiniz.
Tanrı sizinle olsun….












































9 Temmuz 2019 Salı

Olumsuz düşünceleri azaltmak için her gün 5 dakikanızı bu terapiye ayırın


     Çoğumuz hayatımızın bir döneminde anksiyeteyle mücadele ediyoruz ve artan kaygılarımızla nasıl başa çıkacağımızı bilmek daha da önemli hale geliyor. 
     İnsanın hayatı Tanrı odaklı olmadığı zaman bütün yaşamı kaygılı, endişeli, korku dolu veya olumsuzluklara odaklı bir yaşam olmaya mahkumdur.
 Bilişsel davranışçı terapi ise bu noktada bize düşünce şeklimizi değiştirerek hislerimizi de şekillendirmeyi öğretiyor.

      Günlük hayatta hepimizin anksiyeteyle baş etmek durumunda kaldığı zamanlar oluyor. En çok da beklentiler, sorumluluklarımız ve diğer stres kaynakları sosyal kaygıların kucağına itilmemize yol açıyor. Çoğu kez yaptığımız veya söylediğimiz şeyler üzerinde gereğinden fazla durup her şeyi kafamızda yeniden canlandırarak keşkelere boğuluyor, insanların bizim hakkımızda ne düşündüğüyle ilgili olumsuz senaryolar üretip yaptıklarımızdan, söylediklerimizden pişmanlık duyuyoruz. Özellikle insanlarla bir araya gelinen sosyal etkinliklerin öncesinde, sırasında ve hatta sonrasında panik atak krizlerine oldukça sık rastlanıyor. Hızla çarpan bir kalp, titreyen eller, sık nefes alıp verme gibi anksiyetesi olan insanların aşina olduğu durumlar yapmamız gereken işlerin gerektirdiği güveni ne yazık ki kendimizde bulamamıza neden oluyor. Bunların hepsini çözmek için bir yol var:  Olumsuz düşünceleri olumlu düşünceye çevirmek. Kendimize içsel terapi uygulamak.

        Bilişsel davranışçı terapinin mantığı aslında oldukça basit: Eğer düşünce şeklimizi değiştirebilirsek hislerimizi de kontrol edebiliriz. Elbette daha iyi hissetmek ve depresyonu önlemek bu kadar basit olsaydı mental problemlere bu kadar fazla rastlanan bir dünyada yaşıyor olmazdık. Fakat kaygılarımızı tamamen ortadan kaldıramıyor olsak da önemli ölçüde azaltmaya yarayan kısa ve uygulanması kolay beyin egzersizleri mevcut. Bu egzersizler sayesinde beynimizde yarışan düşünceleri sakinleştirmek, sisleri dağıtmak ve yorgunluğumuzu ortadan kaldırmak mümkün.
        
       “Klinik psikiyatrist David D. Burns tarafından geliştirilen üçlü sütun tekniğinin yaptığı şey özetle zihnimizin işleyişini değiştirmek. Bu değişimle içimizdeki kaygılı sesin susturulması hedefleniyor. Öncelikle kendi hakkımızdaki düşüncelerimizin değişmesi daha sakin ve daha mutlu bir hayat için atılacak ilk ve en önemli adım. Endişelerimizden ötürü gerçekleri çarpıtarak olumsuz ve yanlış düşünmemize neden olan beynimizi yönetebilir ve bu karamsar düşüncelerimizi tespit edip mantıklı bir şekilde analiz ederek onları daha sağlıklı ve daha doğru olanlarıyla değiştirebiliriz. Ama önce beynimizin neleri nasıl çarpıttığını ortaya koyalım ki tüm bu yanlış düşünceleri düzeltmek mümkün olsun."

        Şimdiye kadar farkında olmadığınız ama beyninizin çarpıttığı 10 şey ;

1-Ya hep ya hiç. Unutmayın ki hiçbir şey tam siyah ya da tam beyaz değil. Grinin bile tonları vardı, hatırladınız mı? Her hatanızda, başaramadığınız her konuda kötü ve başarısız olduğunuzu düşünmeyi bırakın.
2-Aşırı genellemeler . Olumsuz bir durumu ya da şeyi genellediğinizde nereye çekerseniz oraya gelir. Örnek: Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum ki zaten.
3-Zihinsel filtre. Bütün iyi şeyleri dışarıda bıraktığınızda sürekli olumsuzluklara odaklanırsınız. Örnek: Bugün hiçbir şey başaramadım.
4-Olumlu olanı değersizleştirmek. Aslında iyi olan şeylere her “Ama o sayılmaz ki” dediğinizde başarısızlık örüntüsünü daha da genişletmiş oluyorsunuz. Kendinizi küçümsemekten vazgeçin. Örnek: Sunumu atlattım ama bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir sonuçta.
5-Sonuca odaklı olmak. Küçük olumsuzluklardan büyük sonuçlar çıkarmayın. Örnek: Benimle dışarı çıkmak istemediğini söyledi. Demek ki ben sevilecek bir insan değilim.
6-Abartma ya da küçümseme.Kendi hatalarınızı, diğer insanlarınsa başarılarını ve mutluluğunu büyütürken kendi başarılarınızı ve diğerlerinin hatalarını küçümsüyorsunuz. Örnek: Sezen harika bir sunum yaptı ama ben herkesin önünde her şeyi batırdım.
7-Duygular ve düşünceler arasında dengesizlik. Olumsuz duygularınızın gerçeği yansıttığına körü körüne inanmayın. Örnek: Utandığımı hissettim. Demek ki utanç verici şeyler yapıyorum.
8-Kendi kendinize zorunluluklar getirme. Bir şeyleri daha farklı veya daha iyi yapmadığınız için dövünüp durmayın. Örnek: O toplantıda hiç konuşmamalıydım.
9-Etiketleme. En ufak bir olumsuzlukta kendinize kocaman bir etiket yapıştırmayın. Örnek: Raporu hazırlamayı unuttum. Tam bir aptalım.
10-Kişiselleştirme. Sizinle alakası dahi olmayan şeyleri üzerinize alınmayın. Örnek: Parti benim yüzümden kötü geçti.
 
         Yukarıda sayılan çarpıtmaları tarafsız bir şekilde kendinize baktığınızda gözlemliyorsanız bu egzersizini kesinlikle uygulamayı denemelisiniz. Bu egzersizi her gün sadece 5 dakikanızı ayırarak kafanızdan yapabileceğiniz gibi yazarak da çok daha iyi sonuçlar alabilirsiniz.

1-Öncelikle bir kağıdın üzerinde ya da bilgisayarınızda bir Excel dosyası üzerinde üç sütun oluşturun. Bunu günün herhangi bir anında ya da kendinizi kötü hissettiğiniz sırada yapabilirsiniz. 

2-İlk sütuna kendi hakkınızdaki olumsuz düşüncelerinizi yazın. Bu düşünceleri istediğiniz kadar detaylandırabilirsiniz. Örnek: İş yerinde berbattım. Sunumu batırdım ve patronum benden nefret ediyor. Büyük ihtimalle kovulacağım.

3-Şimdi yazdıklarınızı okuyun. Bu satırlarda yazan düşüncelerin arasında beyninizin çarpıttığı şeyleri bulmaya çalışın ve bunları da ikinci sütuna yazın. Bunlar bir veya birden fazla olabilir. Örneğin yukarıdaki örnekte en az dört tane çarpıtma var: genelleme, ya hep ya hiç, zihinsel filtre ve sonuca odaklı olma.

4-Son olarak, üçüncü sütuna farkına vardığınız çarpıtmaları mantıklı bir şekilde analiz ettikten sonraki düşüncelerinizi yazın. Böylelikle hislerinizin ardındaki nedenleri düşünüp duygu ve mantık dengenizin nerede bozulduğunu görebileceksiniz. Bizim verdiğimiz örnek için şunlar yazılabilir: Evet, sunumum daha iyi olabilirdi ama başarılı sunumlar yapmışlığım da var. Patronum sunum görevinin altından kalkabileceğimi düşündüğü için bu işi bana verdi ve yarın onunla nasıl daha iyi olabileceğini konuşabilirim. Tek bir kötü gün kovulmama neden olmaz.

 Bu teknikle düşüncelerinizi yazarken dilediğiniz kadar detay verebilirsiniz. İyi geçen bir günde hiçbir şey yazmayabilirsiniz ya da kötü bir günün ardından üzerinde duracağınız pek çok konu olabilir. Emin olun, bir süre sonra yaptığınız çarpıtmaları daha kolay fark etmeye ve bunları düzeltmeye başlayacaksınız.

SONUÇ ;

Yalnız şunu hatırlayalım ki bizim hayatımızda eğer Tanrı'ya bir yer vermiyorsak, ya da Tanrı'nın kalbimize gelip bizimle yaşamasına izin vermiyorsak, bize sonsuz bir yaşam, sonsuz bir huzur, sonsuz bir esenlik , vermesine izin vermiyorsak, arkadaşlar ne yaparsak yapalım bugün, bütün olumsuz düşüncelerimizi olumlu düşünceye çevirelim,
bütün insanlara iyilikler yapalım, yine de bu şekilde sahip olacağımız huzur geçicidir, arkadaşlar.  Tek kalıcı huzur, esenlik, mutluluk, sevgi, sevinç, ve bütün iyi olan her şey
bize göklerdeki  Göksel Babamızdan, Tanrı'dan gelir. Tek yapmanız gereken ; Tanrı'ya
yüreğinizi açmak, O'nun gelip sizde yaşamasına ,hayatınızı yönetmesine izin vermektir. İstediğimiz kadar olumlu düşünelim, bir gün olumsuz düşüncelerin saldırısı
na tekrar maruz kalırız. Dünyada yaşamak zordur arkadaşlar, Fakat Tek Tanrımız bu dünyayı yendi. Eğer dünya Tanrı'nın yarattığı şekilde kalmış olsaydı, zaten şimdi bu olumsuz düşüncelerle mücadele ediyor olmazdık. Kaygı ve endişelerle yaşamak zorunda olmazdık. Ne mutludur ki o insan, kaygılarını Rabbe veren, endişelerini Tanrı'yla paylaşan ve sonsuz huzur bulan kişidir. Sizlere esenlik olsun....

 


8 Haziran 2019 Cumartesi

Beyin sağlığımız, Beynimiz için Oksijen'in önemi...

         Şimdi burun ameliyatından sonra tam 28 gün geçti. Son bir haftadan beri daha rahat nefes alabiliyorum. Doktorun dedikleri doğruymuş. %100 nefes almak çok güzel. Bakalım başka ne gibi değişiklikler olacak. Şimdi artık düzenli yürüyüşlerime başlayabilirim. Burnumdan nefes aldığım için artık yorulmadan, ve tıkanmadan yürüyebiliyorum. Uzun süre yürüyememek bende kilo artışı yarattı. Şimdi bunu telefi etmem gerekiyor. Hala burun ameliyatı olmak için kendini yıllarca hazır hissetmeyenler var. Tabiiki her ameliyatta bir risk vardır. Fakat korkmayın. Şimdi tıp dünyası çok ilerledi. Burundaki kemik eğriliği genetik olduğundan ameliyat olmak şart. Bence insan kendi sağlığı için her çabayı göstermeli. Olumlu düşünmeli. Her işin başı sağlık. Şimdi artık telefonda bile daha rahat konuşabiliyorum. Ben inanıyorum ki ilerki yıllarda daha rahat edeceğim. Olumlu düşünmeye devam edin.
             Beyin vücut kütlesinin yalnızca %2' sini oluşturur ancak kan dolaşımına giren oksijenin %20'sini tek başına kullanır. Bu sebeple, beynimiz oksijen yetmezliğine son derece duyarlıdır. Her ne kadar kısa süreli oksijen yetmezliklerine direnebilse de, mümkün olduğunca sürekli ve düzenli nefes almanız gerekmektedir. Dolayısıyla, nefes alabildiğiniz her saniye, doyasıya nefes alın ve beyninizin oksijenini kısmayın.

            " 2006 yılında Proceedings of the Undersea and Hyperbaric Medical Society dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, 5 yıl boyunca, 1000 derin su dalgıcının beyni MRI ve SPECT ile incelenmiştir. MRI, bireylerin beyninde herhangi bir morfolojik bozulma tespit etmemiştir. Ancak SPECT analizi, ön ve yan loplarda metabolizma düşüklüğünü ortaya koymuştur."
              Tabii ki bu uzun süreli nefes tutmalar, öncesinde oksijen ciğerlere çekildiği için yapılabilmektedir. Normalde, nefes alıp verirken, akciğerlere giren oksijenin sadece ufak bir kısmı tüketilmektedir, kalanı, karbondioksit ile birlikte atılır. Ancak nefes, ciğerlerde tutulduğu sürece, hapsolan oksijen bu 20 dakika boyunca tüketilebilir. Dolayısıyla, akciğer hacmi ve bunun ne kadarını doldurabildiğiniz, nefesi ne kadar uzun tutacağınızı belirler. Yani nefesini tutanların beyni oksijensiz kalmamaktadır, sadece nefes almamaktadırlar. Çünkü eğer ki beyin gerçekten oksijensiz kalırsa (apne durumu) ilk 2 dakika içerisinde beyin hücreleri geri dönüşü olan hasarlar almaya başlar, 3 dakikadan sonra beyin hücreleri kalıcı olarak hasar görmeye ve ölmeye başlar, 5 dakikadan sonra ise beyin hücreleri kitleler halinde ölür. Dolayısıyla "nefes tutmak" ile "nefessiz kalmak" arasında devasa bir fark vardır."

             Beyin kandaki oksijenin yüzde 20’sini harcıyor. Vücut ağırlığının sadece %2’sini oluşturmasına rağmen, bu kadar çok oksijen harcaması çok ilgi çekici. Bu yüzden de oksijensiz kalma öncelikle beyin hasarına yol açıyor.
             Beyin gece gün boyunca olduğundan daha aktif. Düz mantık ile düşünüldüğünde, gündüz yaptığımız onca faaliyet, görüntü, ses vb.nin beyni yatakta yatarak dinlenmemiz durumundan daha fazla çalıştıracağını sanabiliriz. Ama durum tam tersi. Vücudu kapatınca beyin daha da açılıyor.
             Beynin %80’i sudur. Tezgahlarda ya da TV’de gördüğünüz beyinler çok gerçekçi değil. Yaşayan bir beyinin dokusu daha çok bir jöleye benziyor. Bir dahaki sefere susuz kaldığınızda beyninizi unutmayın.
           Gülümsemek için 17, kaşları çatmak için 43 kas çalışır. Yani gülümsemek hepimiz için daha uygun bir seçim. Kaş çatma, şaşı bakma gibi hareketleri uzun süre yapanlar, bunun yüzü ne kadar yorduğunu bilirler. Bu yüzden en iyisi ruh halinizi iyileştirmek.
           Bütün bunlardan daha önemlisi,herkesin gözünden kaçan bir başka faktör de OKSİJEN'dir. Her organ gibi beynin de enerjiye ihtiyacı vardır.Beyin bu enerjiyi oksijenle glikozu yakarak elde eder. Diğer bütün organlardan daha çok çalıştığı ve daha karmaşık yapılı olduğu için de, daha fazla oksijene gereksinim duyar. Beyin vücudun sadece %2 si kadar bir ağırlığa sahip olduğu halde, kana karışan oksijenin %20sinden fazlasını kullanır.Bu nedenle 40 güne kadar aç ve birkaç gün susuz kalabildiğimiz halde, üç dakikadan fazla oksijensiz kalamayız. Demekki beynin hayatiyeti için en önemli ihtiyaçlardan biri Oksijen'dir. İkinçisi su, üçüncüsü gıdadır.
İşte bu gerçek ışığında şöyle bir varsayım ortaya çıkmaktadır. İçinde 7-8 saat uyuduğumuz yatak odamızın havasız olması başımıza büyük işler açmaktadır. Soğuk havalarda yatak odamızın pencerelerini sıkı sıkı kapatırız. Bu da odadaki oksijenin bitmesine neden olmakdadır. Hatta kapı ve pencere kenarlarını izole ederiz. Buda odamıza oksijen girişini tamamen engeller.Dört saatlik bir uykudan sonra soluduğumuz oksijenli hava bitince ,karbondioksit solumaya başlarız. Bu durum başta beyin hücrelerimiz olmak üzere bütün organlarımızı etkiler. 
Oksijen yetersizliği beyin sağlığımızı şöyle etkilediği düşünülmektedir.
      1- Günden güne zayıflayan beyindeki nöronlar ölmektedir.
         2- Nöronların yeni bağlantılar kurmaları, elektriksel devreler oluşturmaları zorlaşmaktadır. (örneğin , Hatırlayın beynimizin %80 i sudan oluşur, elektriksel dalgalar suda daha fazla diğer organlara emir ve işlev iletir.) Nöronların ölmesiyle bu bağlantıların oluşması azalır. Geniş düşünebilme yeteneği ve vücuda emir ve işlev iletmesi azalır.,
         3- Kısa vadede hafıza kaybı, ezberleme yeteneğinin azalması, unutkanlık ve çaşitli hastalıklar,
         4- Geçici konuşma ve düşünce yeteneğinin artması, insanların kendi lisanlarını bile akıcı konuşamaması, (ıııı) gibi kopuk cümleler söylemeleri, uzun süre duraklamaları. ( Burun ameliyatından önce benimde beynime oksijen az gidiyordu, bu nedenle cümleleri tamamlarken zorlanıyordum, bunu şimdi daha iyi anlıyorum.)
         5- Düşünce tembelliği oluşmakta, gündüz uyuklamaları başlamaktadır. Gece uykusuzlukları artmaktadır. Odadaki oksijen bitince.
         6- Beynimizdeki oksijen yetersizliğinin zihinsel faaliyetlerimizi etkilemesinden başka diğer organlara verdiği zarar ise başka bir araştırma konusudur. 
         Nöronlarında diğer hücreler gibi oksijenden başka; protein ve mineral vitaminlere de ihtiyacı 
vardır. Beyin sağlığının devamı için onu zararlı gazlardan karbondioksit gibi gazlardan korumak hayati önem taşır. Karbondioksit, hava gazı, sigara dumanı, egzoz dumanı, hava kirliliği, çeşitli boya ve tiner kokuları, uyuşturucular, keskin temizlik maddeleri, aşırı alkol, çay,kahve ve gereksiz ilaç kullanımından beynimizi korumamız lazım. Bütün bunlar beynimizi sağlıklı tutabilmenin ön şartlarıdır.
        Beynimiz ne kadar sağlıklı olursa o kadar olumlu düşünüp, pozitif bir yaşam sürebiliriz.
Ayrıca Negatif insanlarla takılıp, pozitif bir yaşam sürdürmeyi başaramazsınız.
      












18 Mayıs 2019 Cumartesi

Burnumdaki Kemik eğriliği ameliyatından sonra


  
            Bugün (ameliyattan iki gün sonra)  burnumdan tamponlar alındı. Sonuç : Ameliyat öncesi ; burnumdan % 2,3 nefes alabiliyordum. Konuşurken zorla cümleyi tamamlayabiliyordum. Sesim genizden geliyordu, boğuk bir sesti bana göre ve yavaş. Beni yoruyordu, baş ağrıları  vardı, uykusuzluk ve yorgunluk şikayetleri  vardı.

            Ameliyat sonrası ; birinci gün ; henüz burnumun % 10 u açıldı. Yaralar bir aya kadar iyileşince % 100 ü açılacak. Burnumdan beyine %100 oksijen gidecek. %10 gelen nefesle değişen  şeyler ; 1.günde daha hızlı konuşabiliyorum, yorulmuyorum, başağrısı  yok, sesim inceldi ve net duyuluyor, uyuyabiliyorum artik,ilk gece 3 saat hic uyanmadan uyudum. Gözlerim  daha canlı bakıyor, daha önceki fotoğrafta bakışlarım donuktu. Sadece burnumun %10 unundan hava geliyor. Bir ay sonra beynim tam kapasiteyle çalışmaya başlayacak. Öyle hissediyorum. Çünkü şimdiye  kadar meğer  hic nefes almıyormuşum.!   yani yeni yaşamaya  başladım gibi. İnanılmaz. İlk kez iz ban daki kötü  kokuları hissettim.  İlk kez yediğim  bir meyvanın kokusunu aldım. Hatta tadını hissettim. Bu da beynin diğer bölgelerine de  oksijen gittiğinden oluyor. İnanılmaz.

         Ameliyattan 7 gün sonra; Gece hiç uyanmadan 5 saat uyuyabiliyorum.
Baş ağrıların azalmaya başladı. %50 nefes almaya başladım. Bir ay sonra daha rahat nefes alacakmışım.

         Burnunuzda kemik eğriliği ve burun eti bulunuyorsa ameliyat olmaktan çekinmeyin. Şimdi tıp çok ilerledi. Doktorlar aldıkları her kuruşu hakediyorlar.
Ben de başta korkuyordum. Ne zaman tomografi sonucunda burunda kemik eğ-
riliği olduğunu anladığım zaman maalesef 50 yaşındaydım. Keşke daha erken bunu öğrenseydim. Nefes almak için burun damlaları kullanıyordum. Onlarda baş ağrısı yapıyordu. Sonuç olarak beyine oksijen gitmediği zaman olabilecek
hastalıklardan da sakınmış oluyorsunuz. Belki Alzeimer, veya nörolojik rahatsızlıklara yakalanmayacaksınız. Burundan insan nefes alamayınca spor bile yapamıyor. Obezite sorunları ortaya çıkıyor. Sağlık için ne gerekiyorsa onu yapmalı.

5 Mayıs 2019 Pazar

Beynimiz yeterli çalışıyor mu ? Nasıl anlarız.


          Baş ağrılarınız mı var? Vücudunuzda başka sıkıntılarınız mı var?. Kendimi bildim bileli burnumdan zor nefes alıyordum. Neden herkes normal nefes alırken ben zor alıyordum. Her hangi bir hastalığım  da yoktu. Okul döneminden hatırlıyorum , beden eğitimi derslerinde koşamazdım. Çok fazla nezle, grip olurdum. Nefesim tıkanırdı..
          Şimdi 50 yaşındayım. Geçmişimi oturup düşünmeye başladım. Aslında son iki yılımı hasta olan anneme bakmaya adamıştım. Şimdi yalnızım. Kendimi düşünmeye başladım. Son iki yıl içinde doktorlar sinüzit ilaçları verdiler. Uzun süre burun damlaları kullandım. Doktorlar uyarmıştı. Beş günden fazla burun damlası kullanmayın diye. Ama siz benim yerimde olsanız mecburiyetten kullanıyordum. Yaş ilerledikçe nefes almam zorlanıyordu. Sonra bir gün özel bir hastaneye göz muayenesi için gitmiştim. Oradan ayrılmadan önce burnumdan da muayene olmayı düşündüm. Gidip hemen o gün için randevu aldım. Belki sorunuma bir çare bulabilirler diye düşündüm. İyi ki bu şekilde olumlu düşünmüşüm. Doktor ilk muayenede burnumda kemik eğriliği olduğunu söyledi. Bu nedenle sol burun deliği kapalı imiş. Nefes alamamamın  nedeni ortaya çıktı. O hastanede burun tomografisi çektirdim. Kan tahlilleri yapıldı. EKG denilen kalp ritmine bakıldı. Diğer her şey normaldi. Sonuçları aldım. Ameliyat olmam gerekiyordu.
       
          Başka bir hastaneye daha göstermek için sonuçlarla birlikte gittim. Orada burun içinden muayene olunca diğer burun deliğinde de burun eti olduğunu bunu lazerle küçülteceklerini söylediler. Anlaşılan zor nefes almamın bütün sebebini öğrenmiştim. Keşke bunu yıllar önce anlayabilseydim. O zaman hayatım daha kolay olurdu.
         Ortaya çıkan problemler,,
         Burnumdan nefes alamayınca dolayısıyla beyine oksijen gitmiyor. Beyin yeterli oksijeni alamayınca da doğru çalışamıyor. Veya hiç çalışmıyor. Yetersiz alınan nefes oksijen öncelikle uykusuzluk problemlerine yol açıyor. Siz yeterli ve düzenli uyuyamıyorsunuz. Bu da gün içinde yorgun ve güçsüz hissetmenize yol açıyor. Yorgun ve güçsüz hissettiğiniz zaman da günlük aktivitelerinizi yapamıyorsunuz. Yaşam kaliteniz düşüyor. Kilo artışı ve çeşitli sağlık problemleri ortaya çıkmaya başlıyor. Bende bu bir yıldan beri rahatsızlık devam ettiğinden kilo artışı da zamanla fazlalaştı. Yeterli nefes alamadığım için en fazla 30 dakika yürüyebiliyordum. Çünkü nefesim daralıyordu. Kendimi bir dolmuşa veya taksiye atıyordum. Günlük gitmem gereken yerlere gidemiyordum. Başka çarem kalmamıştı.
          En son muayene eden doktordan ameliyat için gün aldım. Gelecek Cuma ameliyat olacağım. Ameliyat sonrası nasıl hissettiğimi sizlerle sonra paylaşacağım.
Doktor ameliyattan bir hafta sonra daha rahat nefes alabileceğimi ve baş ağrılarımın geçeceğini söyledi. Çok mutluyum.
          Sonuç olarak;
          Beynimiz gerçekten tam anlamıyla çalışıyor mu ? , bedenimiz her işlevini kusursuz yerine getiriyor mu? Kendimize bakalım. Eğer siz de de benim ki gibi sorunlar varsa, burun tomografisi çektirmek ve bunu kontrol ettirmekle işe başlamak lazım. İnsan vücudu alkali suya ihtiyacı olduğu gibi, beynimizin de oksijene ihtiyacı var. Kendimde fark ettiğim bir diğer eksiklik de magnezyum eksikliği imiş. Magnezyum eksikliği beyinle ilgili birçok hastalığa yol açabiliyor.
Bunu neden eklemek gereğini duydum. Çünkü  ; Konumuz beynimiz yeterli çalışıyor mu konusu idi. Bedenimdeki güçsüzlük ve yorgunluk hissi, kaslarımdaki güçsüzlük magnezyum eksikliğinden di. Bunu tablet şeklinde içtiğim zaman anladım. Bir süre sonra kemiklerim güçlendi. İnsan önce kendi kendisinin doktoru olmalı. Bedenimiz bizim için çok önemli. Bu bize verilen bir hediye. Onun kusursuz güzellikte yaratıldığını unutmayalım. Sigara, alkol, uyuşturucularla, şeker, unlu mamuller, ve aşırı miktarda tuz tüketimi ile bedenimizi mahvetmeyelim.Vücudunuzu Tanrının sizi yarattığı haliyle sevmeye çalışın. Başkalarının kötü eleştirileriyle var olan güzelliğinizi bozmayın. Bir kadına göğüslerinin tahta gibi olduğu söylenirse, o kişi gider göğüslerini büyütmek için estetik ameliyat olur. Bu tür ameliyatların sonucu her zaman olumlu sonuçlanmıyor. Diğer estetik ameliyatların sonucu da öyle. Bu tür ameliyat olduktan sonra hayata küsen bir çok kadın var. Eski bedenlerine hasret kalıyorlar. Tonlarca para harcıyorlar. Sadece güzellik uğruna bu tür ameliyatlar olmaya değmez. Sağlığınız söz konusu olmadıkça ameliyat olmayın.

6 Nisan 2019 Cumartesi

Bir alerji hastası nasıl olumlu düşünebilir.


                   
          O kadar şanslıyım ki  sadece alerji hastalığım var.  İnsan bir hastalığa yakalanınca nasıl kendini şanslı hisseder.  Bence daha kötü hastalıklara yakalanmadığı için. Beterin beteri var demişler. Bu hastalığımın olduğunu nasıl öğrendim. Bir gün her zamanki gibi hafta sonu eve abur cubur türden yiyecekler almıştım. Cips, dondurma, çikolata e.t.c.
Bunları tükettikten sonra kısa bir süre sonra dudaklarım ve yüzümün bazı yerleri şişmeye başladı. Ben tabii ki önceleri çok korkmuştum. Benim yerimde başkası olsaydı kesin paniklerdi. Sakin kalıp düşünmeye başladım. Bu yüzümdeki şişme neden olabilirdi? Hemen düşünmeye başladım. O gün neler yediğimi hatırlamaya başladım.

            Vücudun alerjik reaksiyon göstermesi kişiden kişiye farklı şekillerde değişiyormuş.
Kimisinin vücudu kızarıp kaşınırken , diğerinin sadece yüzünde ve ellerinde, ayaklarında şişlikler oluşuyor. Kimisinde ise bacaklarında veya vücudun başka yerlerinde deri döküntüleri oluyor. En tehlikelisi de dilin şişmesi imiş. O zaman hemen acile gitmekte fayda var. Çünkü nefes almanız zorlaşıyor. Bir alerji kişiden kişiye değişir. Kimisi mantara alerjisi vardır. Kimisinin havada uçan polenlere alerjisi vardır. Ben kendimde keşfettiğim alerji ise yediğim gıdalardaki ortak bir maddeye bağlıydı. Hazır gıdalarda bulunan “koruyucu katkı maddesi”ne En çok küçük ambalajlı dondurmalarda, cipslerde, paket pişmiş şinitzel gibi tavuk ürünlerinde, paket küçük ketçap ve mayonezlerde bulunur. Bir düşündüm ki eve ne kadar çok hazır paket gıdalar alıyormuşum.
           
            Ne yazık ki koruyucu katkı maddeleri gıdaların raf ömrünü uzatmak için kullanılıyor. Yani sağlığımız o kadar önemli değil. Market sahiplerinin ne kadar çok kar elde edeceği daha önemli. Aldığım gıdalarda hazır pişmemiş ürünler tercih etmeye başladım. Her paketi , en ufak olanları bile arka taraflarını okumaya başladım. Ortak noktaları hep aynıydı sodyum… ile başlayan birçok koruyucu katkı maddesi içeriyordu.

            Ben 50 yaşında bir bayanım. Hiç evlenmedim. Bu güne kadar da çok önemli bir hastalık geçirmedim. Yakında burnumdan ameliyat olacağım. Çocukken düştüğüm için zamanla burnumda kemik eğriliği oluşmuş.  Bu da burnumdan nefes almamı zorlaştırıyor.
Bu belki önemsiz bir ameliyat dersiniz. Olmasan da olur diyen çok oldu. Geçmişime baktığım zaman okul yıllarında spor derslerinde rahat nefes alamazdım. Bu da uzun süre koşamadığım için zamanla ben de kilo artışı yarattı. Aradan yıllar geçti. Şimdi ben 50 yaşına girdim. Bu kış bir iki, kez grip olduktan sonra hala burnumdan nefes alamadığımı farkettim. Oturup düşündüm. Bu fazla kilolardan dolayı mı yoksa , burnumda içinde et veya geniz eti sorunumu var diye.  Doktor testlerini yaptı. Tomografi sonucu burnumda belirgin bir kemik eğriliği varmış. Bu nedenle nefes almakta zorlanıyordum.

            Küçücük bir şey insan hayatını ne kadar çok etkiliyor. Burnumda eğer hiçbir problem olmasaydı, bende diğer arkadaşlarım gibi okulda spor derslerinde başarılı olurdum. Yıllar geçtikçe kilo almazdım. Çünkü en fazla 30 dakika rahat yürüyebiliyordum. Daha sonra tıkanıyordum. Bu sorunumu ameliyat olarak atlatacağım. Kilo problemini ise evde bir koşu bandı alarak düzenli yürüyüş yaparak çözmeyi düşünüyorum.

            Alerji sorunuma gelince demek ki insan vücudu belli bir yaşa gelince doğal olmayan
Maddeleri artık kabul etmiyor. Gençken daha fazla metabolizma çalıştığı için , zararlı maddeler vücuttan kolayca atılabiliyordu.

            Her zaman dediğim gibi. Kendi sağlığınız için çok dikkatli olmak gerekiyor. Neyin zararlı neyin zararsız olacağını kullandıktan sonra anlıyorsunuz. Alerji hapı kullanarak kaşıntı ve şişliği kontrol altında tutabiliyorum. Şimdi öğrendiğim koruyucu katkı maddesi içeren bazı gıdaların listesini vereceğim. Bu liste daha uzayabilir. Sizde satın aldığınız ürünlerin içeriğini okumadan satın almayın derim.

            Benim alerjimin olduğu gıdalar şunlardı, paket  karabiber, paket dondurmalar, tüm hazır gıdalar, paket sucuk, paket sosis, paket bitki çayları , paket form çayları, patates cipsleri, gazlı içecekler, paketlenmiş tavuk ürünleri, çikolatalı bisküviler, hazır domates ve mayonez sosları, hazır poşet kahveler, 3 in 1, e.t.c. Bu liste her geçen gün artıyor. Artık geriye ne kaldıysa onları da kontrol etmeye devam edeceğim.

            Eğer hayvanların yemlerinde de bu koruyucu katkı maddeleri  varsa et türü yediğimizde herhangi bir alerjik reaksiyon yaşayıp yaşamadığınızı siz düşünün. Çünkü geriye ne kaldıysa size sağlığınızla oynamayan, katkı maddesi içermeyen ürünleri tercih etmeli her zaman.            

            Mutlu ve sağlıklı günler dileğiyle…

 
 








 



  







 


























Öne Çıkan Yayın

Pozitif Düşünme ile Şifa

      Pozitif düşünmenin  iyileştirici gücü vardır. Bu makalede nasıl sağlığınızı iyileştirmek ve kendinizi iyileştirmek için pozitif düş...